“Her nefis, (dünyadan) ne getirdiğini bilecek.” (Tekvîr, 81/14)

Bir gün…
Evet, bir gün…
O perdeler açılacak.
O dosyalar açılacak.
O büyük mahkeme kurulacak.

Ve herkes soruyla baş başa kalacak:
Ne getirdin?

Kimi diyecek:
Villamı getirdim.
Arsamı getirdim.
Şirketlerimi getirdim.
Ama önüne sadece boş bir kağıt konulacak.

Kimi diyecek:
Çocuklarımı iyi okuttum.
Diplomalar aldılar.
Ama karşısına sadece onların işlediği günahlar çıkacak.

Kimi diyecek:
Bankada param çoktu.
Kasada altınım çoktu.
Ama hesap cüzdanını açtığında…
Sadece vicdan borçları yazacak.

Ne getirdin?
O gün bu sorudan kaçış yok.
Makam sökmez.
Şöhret işlemez.
Pasaport geçmez.

Orada tek geçerli belge:
Yüreğinin attığı iyilikler.

Peki biz ne yapıyoruz?
Ev alıyoruz.
Araba değiştiriyoruz.
Sosyal medyada paylaşımlar yapıyoruz.

Ama kimse kalbine yatırım yapmıyor.
Kimse vicdanına yatırım yapmıyor.
Kimse ahiret hesabına yatırım yapmıyor.

Her nefis, ne getirdiğini bilecek.
Dosyanda ne var?
Övgü mü, sövgü mü?
Dua mı, beddua mı?
Merhamet mi, zulüm mü?

O gün kimse kimseyi savunamayacak.
Avukat yok.
Tanık yok.
Torpil yok.

Herkes tek başına.
Herkes kendi bagajıyla.

Ve o tek soru…
Bir tokat gibi yüzüne çarpacak:
Ne getirdin?

Selam ve duayla, fî emânillah.