İsrail’in Esed rejimi devrilmeden hemen önce Suriye’ye hava saldırıları düzenleyerek rejimin askerî kapasitesini ortadan kaldırmaya çalıştığı hatırlanacaktır. Hatta bu saldırılarda askerî hedefler dışında istihbarat teşkilatının merkezi ve devlet arşivleri de vurularak İsrail ile Esed rejimi arasındaki gizli ilişkilerin delillerinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı görülmüştü. 

Ne var ki İsrail bu saldırılarına Suriye’de yeni yönetim kurulduktan sonra da devam etmiş, bir taraftan Golan bölgesindeki işgalini genişletirken diğer taraftan da artık İran ve İran destekli Şii milisler ile Hizbullah’ın da Suriye’de bulunmamasına rağmen, hâlâİran ve Hizbullah gerekçe gösterilerek muhtelif saldırılar gerçekleştirilmiştir. 

Oysa yeni Suriye yönetimi komşularıyla herhangi bir gerginlik istemediğini, tek amaçlarının Suriye’nin yeniden barış ve istikrara kavuşmasını temin etmek olduğunu açıklamasına rağmen…

Aradan geçen süre içerisinde, Suriye geçici yönetiminin tüm iyi niyetli açıklamalarına ve İran ve Hizbullah gibi İsrail’in düşman olarak kodladığı unsurların Suriye’den çıkarılmış olmasına rağmen İsrail saldırılarına devam etmiştir. Sadece hava saldırılarıyla da yetinmeyip Suriye’nin güneyindeki Dürzileri ve kuzeyde bulunan sözde SDG ama gerçekte PKK’nın Suriye kolu olan PYD/YPG’i kışkırtarak Suriye’nin bölünmesini sağlamaya çalıştığı görülmüştür. 

Türkiye ise tüm bu süre zarfında yeni Suriye yönetimini desteklemiş, Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanarak barış ve huzur ortamının yeniden tesis edilebilmesi için katkı sunmuştur. Görüldüğü gibi Türkiye, İsrail’in aksine; istikrarsız, çatışmalı ve bölünmüş bir Suriye tasavvur etmemektedir. Aksine birlik ve beraberliği, toprak bütünlüğü sağlanmış, barış içerisinde bir Suriye’nin kurulması için çaba sarf etmektedir. 

Türkiye’nin Suriye’ye verdiği destek, yeni Suriye ordusunun kurulması, eğitilmesi ve teknolojik silah ve sistemlerle donatılmasını da kapsamaktadır. Zira Suriye’nin askerîkapasitesi 13 yıl süren uzun iç savaş sürecinde önemli bir kayba uğramış, geriye kalanlar da İsrail’in saldırılarında ortadan kaldırılmıştır. Dolayısıyla yeni Suriye ordusunun nerdeyse tepeden tırnağa yeniden tanzim edilmesi gerekmektedir. 

Özellikle Suriye’de hâlihazırda kullanılabilir durumda herhangi bir hava savunma sistemi bulunmadığı için büyük bir zafiyet yaşanmaktadır. Bunun en önemli delili ise İsrail’in elini kolunu sallayarak Suriye hava sahasına girmesi ve istediği hedefi vurupkayıpsız olarak geri dönebilmesidir. 

Suriye askerî kapasite eksikliğine rağmen egemen bir devlet olup kara, hava ve deniz sınırları uluslararası koruma altındadır. Ancak İsrail’in Suriye’nin egemenliğine saygı göstermeyip hem hava saldırıları düzenlemesi hem de Suriye’deki etnik, dinî ve mezhebî yapıları kaşıyarak yönetime karşı kışkırtması kabul edilemez bir durumdur.  

İşte böyle bir atmosferde Suriye’deki bazı üslerin Türkiye’ye tahsis edileceğine dair haberler medyaya yansımıştır. Bu kapsamda Suriye’nin orta kısmında bulunan ve stratejik öneme haiz Palmira ve T4 üslerine Türkiye’nin konuşlanacağı hatta bu üslere yerli üretim olan hava savunma sistemlerinin konuşlandırılacağına yönelik haberler İsrail’de alarm zillerinin çalmasına yol açmıştır. Zira Türkiye’nin söz konusu üslere yerleşmesi ve bu üsleri hava savunma sistemleriyle donatması hâlinde İsrail şimdiye kadarki konforunu kaybedecek, bundan sonra elini kolunu sallayarak Suriye hava sahasına girip saldırı düzenleyemeyecektir. 

İsrail yönetimindeki bu kaygının bir sonucu olarak geçtiğimiz çarşamba günü yukarıda zikredilen üslere yönelik ağır bir hava saldırısı gerçekleştirilmiştir. T4 hava üssünün pistleri kullanılamaz hâle getirilirken uçak hangarları ve korunaklara da ağır zayiat verilmiştir.  

Ama işin ilginç yanı ise İsrail medyasının, bu saldırıları Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a verilen bir mesaj olarak yansıtmasıdır. Hatta adı açıklanmayan üst seviyeli güvenlik kaynakları da son saldırının Türkiye’ye mesaj vermek için gerçekleştirildiğini teyit etmiştir! 

Ancak bu sözde mesajlar sadece medyada yer alan haberlerden ibaret kalmamıştır. İsrail Savunma Bakanı Katz ile Dışişleri Bakanı Sa’ar da yaptıkları açıklamalarda; bir taraftan Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’ya “ülkene İsrail düşmanlarını sokma” mesajını verirken diğer taraftan da Türkiye’ye aba altından sopa gösterme hadsizliğini yapmışlardır. 

İsrail’in bölgeyi sadece kendi güvenlik algılaması penceresinden dizayn etme çabası yeni bir durum değildir. Hatta bölgemizde yaşanan pek çok çatışma ve gerginliğin de İsrail’in bu güvensizlik algılamasından kaynaklandığı hepimizin malumudur. Ancak Suriye konusunda hâlâ eski ezberleri tekrar ederek bir tehdit algılaması öne sürmesi kabul edilmez. Zira 8 Aralık 2024’ten beri Suriye’den İsrail’e yönelik herhangi bir saldırı gerçekleşmediği gibi tehdit olarak değerlendirilebilecek bir olay da olmamıştır. 

Buna mukabil Türkiye ise Suriye’deki iç savaştan istifade ederek sınırlarının hemen ötesinde alan hakimiyeti sağlayan ve bir terör devleti kurmaya çalışan PKK/YPG’dendoğrudan tehdit algılamaktadır. 40 yılı aşkın süredir devam eden terörle mücadelesinde yeni bir evreye gelmiş olan Türkiye, başlatılan “terörsüz Türkiye” süreci kapsamında, terör örgütünün hem sınırları içinde hem de komşu ülkelerde konuşlu silahlı gruplarının tasfiyesini hedeflemektedir. 

Görüldüğü üzere Türkiye ve İsrail’in Suriye’ye bakış açıları ve Suriye’nin geleceğine yönelik tasavvurları taban tabana zıttır. Türkiye bağımsız, özgür ve toprak bütünlüğü sağlanmış bir Suriye görmek isterken İsrail ise tam tersini yani istikrarsız, çatışmalı ve parçalı bir Suriye görmeyi arzu etmektedir.  

Hâliyle bu durum Türkiye ve İsrail arasında Filistin ve Gazze konusu dışında yeni bir çatışma alanı daha ortaya çıkarmıştır. İsrail Türkiye’yi Hamas’a destek vermekle suçlayıp PKK/YPG’yi desteklerken şimdi de Suriye’nin geleceğinde kim daha etkin olacak tartışmasını başlatma niyetindedir. Bunu yaparken de Suriye halkının ne düşündüğünü hiç hesaba katmamaktadır. 

İsrail’den gelen bu çatlak seslere gayet soğukkanlılıkla yaklaşan Türkiye, kendi güvenliğini tesis etmek için gerekli bütün tedbirleri almaya muktedirdir ve bu kapsamda kimseye pabuç bırakmayacaktır. Buna ABD’nin askerî gücünü arkasına alarak ahkam kesen İsrail de dâhildir. 

Zira İsrail’in mevcut askerî kapasitesi ile Türkiye ile başa çıkması veya Türkiye’nin Suriye’ye mülaki olmasını önlemesi mümkün değildir. Çünkü İsrailli yetkililer de çok iyi bilmektedir ki Türkiye bölgedeki diğer aktörlerle mukayese edilecek, göz ardı edilecek bir aktör değildir. Türkiye’ye düşmanlık beslemek de kimsenin hayrına değildir. 

Geçmişte bölge ülkeleriyle gizli ittifaklar kurarak Türkiye’yi sıkıştırma ve izole etme çabaları nasıl sonuç vermediyse bugün Suriye üzerinden Türkiye’ye parmak sallamak da işe yaramayacaktır. Zira Türkiye sallanan o parmakları kırmaktan imtina etmeyecektir. 

Sonuç olarak, Türkiye hiçbir ülkeyle gerginlik veya çatışma istememektedir. Ama mevzu bahis kendi ulusal güvenliği olduğunda da arkasında kim olduğuna bakmadan meydan okuyan tüm aktörlere gereken cevabı uygun şekilde verecektir. 

Bu kapsamda Suriye’de istikrarın ve güvenliğin sağlanması Türkiye için hayatidir. İsrail gibi Suriye’den lafta tehdit algılamamaktadır. Bilakis 40 yıldır devam eden terör belasını defetme gibi bir amacı bulunmaktadır. Dolayısıyla İsrail de dâhil olmak üzere herhangi bir aktörün Suriye’nin istikrara kavuşmasını engelleyerek terör yuvası olarak kalmasını temin etmeye çalışması Türkiye tarafından düşmanlık olarak algılanacak ve buna göre muamele yapılacaktır. 

Bunu da herkes böyle bile ve ona göre ayağını denk ala…