İnsanoğlunun aç olanı, ne yazık ki, midesi değil gözüdür.

Karnı bir tas çorbayla, birkaç dilim ekmekle rahatlıkla doyan insan midesi bir yana; gördüğü her şeye gözünü düşüren, doyma bilmeyen insan gözü bambaşka bir yana.

İnsanın karnını kolayca doyurabilirsiniz ama gözü açsa işte onu doyurmak çok güçtür.

Bu, biriktirme hastalığı, tamahkârlık ve açgözlülüğün ta kendisidir.

Bu hastalıklı ruh hali, ruhsal bir boşluğun tezahürüdür; hiçbir maddi zenginlik bu manevi çöküntüyü onaramaz.

Bu durum, dünyanın ruhuna bir zehir gibi yayılıyor.

Modern çağın tüm imkanlarına rağmen, insanın bitmek bilmeyen hırsı, yeryüzünün kaynaklarını tüketiyor ve bu trajediyi beslemeye devam ediyor.

Bu yıkıcı döngü, bizi her geçen gün biraz daha insanlığımızdan uzaklaştırıyor.

Bugün yeryüzünde yüz binlerce insan bir paket una muhtaç yaşam mücadelesi veriyorsa, bunun ana sorumlusu gözleri açgözlülükle kör olmuşlardır.

Onlar, sahip oldukları nimetleri sadece kendilerine has kılan, başkasının dertlerine kör, vicdanını yitirmiş varlıklardır.

Ancak bu vahşi açgözlülüğün asıl vehameti, bu insanlara cesaret veren korkakların varlığıdır.

Hakkı söylemekten, zulmün karşısında durmaktan imtina eden bu dilsiz güruh, mazlumların açlığının ve yokluğunun en büyük destekçileridirler.

Onların suskunluğu, açgözlülerin pervasızca hareket etmesine zemin hazırlamakta, zulümlerine ortak olmaktadır.

Bu suskunluğun utancı, geçmişte olduğu gibi bugün de insanlık tarihinin sayfalarında yer alacaktır.

Bu suskunluk, bir zamanlar adalet ve merhametle anılan insanlığın, ne kadar kolaylıkla duyarsızlaşabildiğini ve kendi değerlerine sırtını dönebildiğini de kanıtlıyor.

Bir yanda zenginlik içinde israf edilen bir hayat varken, diğer yanda tek damla suya muhtaç bekleyen masum canlar var.

Bu korkunç denge, insanlık onuruna vurulmuş en ağır darbedir.

İnsanı insan yapan vicdanıdır, merhametidir.

Merhametin ölümü, insanlığın çöküşüdür.

Gerçek zenginlik, biriktirilen malda değil, paylaşma ve yardımlaşma ahlakında yatmaktadır.

Ceplerimizdeki fazlalıklar, başkalarının açlığını giderir.

Vicdanımızın sızlaması, ancak başkasının derdine derman olmakla diner.

Bu felaket tablosunun değişmesi için karnımızı değil, gözümüzü ve kalbimizi doyurmayı öğrenmeliyiz.

Aksi halde, bu yeryüzü, açgözlülerin cenneti ve mazlumların cehennemi olmaya devam edecektir.

Bunda ise suskunların payı fazladır.