Lezzet, kültür ve festival şehri ‘Adana’

Adana Valiliği ve Adana Büyükşehir Belediyesi koordinasyonunda Gökmen Sözen’in içerik desteği verdiği 9. Uluslararası Adana Lezzet Festivali 10-11-12 Ekim’de Merkez Park’ta gerçekleşti.

Adana’nın kimliği sofrasında saklı

Bereketli toprakların, yakıcı güneşin ve lezzetli sofraların şehri “Adana”. Bu şehirde her yıl sonbaharda bir ateş yakılır. İçimizi ısıtan ve mangalın üstünde köz tutan bu ateşin dumanı, yüzyılların kültürünü, emeğini ve kimliğini göğe savurur adeta. Yukarıdan baktığınızda da bu dumanı görmeniz mümkün. Adana’nın kalbinde dokuzuncu kez yanan işte o ateş, bir festivalin değil, bir yaşam biçiminin sembolü.

“Kuşaktan kuşağa”

Ne kadar anlamlı ve ne kadar Adana’ya yakışır bir tema… Çünkü bu şehirde lezzet bugünün işi değil, dünden alınan bir emanet ve yarına taşınacak bir sorumluluk. Merkez Park’ta yakılan mangal ateşiyle başlayan festival, bir tören değil, bir hatırlayış. Toprağın bereketini, suyun sabrını, ateşin gücünü, insanın emeğini hatırlatır. Davul zurnanın sesine karışan et kokusu, kortej yürüyüşündeki renkli kıyafetler, davetli kalabalığın heyecanı… Adana bu günlerde adeta yeniden doğuyor. Çünkü bu şehir, lezzetini yaşatırken bir nevi kendi kimliğini yeniden inşa ediyor.

“Ne yiyorsan ‘o’sun”

Açılış töreninde Vali Yavuz Selim Köşger’in Türkiye’de lezzet festivali geleneğini başlatan ilk şehrin Adana olduğunu vurgulayan sözü, bir tarih bilgisinden ziyade bir övünç vesikası. Çünkü Adana, gastronomiyi bir pazarlama öğesi değil, bir kültür biçimi olarak görüyor. Vali Köşger’in, “Ne yiyorsan, osun” sözü salonda yankılanırken, herkes başını sallıyor. Çünkü Adana’da lezzet, damağa ve hayata sinmiş görünüyor.

“Adanalı yediğiyle düşünür, düşündüğüyle yaşar”

O yüzden Adana mutfağı bir duruştur. Kebapta ateşi dengelemek, soğuk şalgamda ferahlığı bulmak, şırdanda sabrın, ciğerde ustalığın bir karşılığı. Vali Köşger’in UNESCO’nun “Yaratıcı Şehirler Ağı”na gastronomi dalında Adana’nın başvurusuna değinirken kullandığı şu cümle de çok dikkat çekici bence. “Adana bu unvana en yakın şehirlerden biri” Çünkü Adana; Akdeniz’in tuzunu, Mezopotamya’nın bereketini, Toroslar’ın sabrını bir sofrada birleştiren nadir şehirlerden biri.

Yerelden evrensele uzanan bir rüya

Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Güngör Geçer de konuşmasında “Geçmişinden kopmadan, köklerinden güç alarak yerelden evrensele uzanan bir Adana hayaliyle yola çıktık.” sözü Adana’nın bugünkü duruşunun özeti sanki. Çünkü Adana, köklerinden beslenerek çağın ruhuna ayak uyduruyor. Kebabıyla olduğu kadar sanatıyla, festivaliyle, insanıyla dünyaya açılıyor.

Bir yanda kadın kooperatiflerinin el emeğiyle ürettiği ürünler, diğer yanda genç şeflerin modern yorumlarla sunduğu tabaklar… Adana hem gelenekselin hem yeninin aynı sofrada buluşabileceğini dünyaya kanıtlıyor.

Bir sofra gibi şehir

Festivalin en özel duraklarından biri “House of Kamer”

Kamer Kıraç’ın ev sahipliğindeki bu mekân, 1940’lardan kalma binasında adeta bir zaman yolculuğu sunuyor. Beyaz keten örtüler, altın kenarlı tabaklar, kristal bardaklar, duvarlarda tablolar… Sanki Adana’nın zarif bir evine konuk olmuşsunuz gibi. Menüde yüksük çorbası, patlıcan dolması, vişneli sarma gibi geleneksel tatlar yerel malzemelerle yeniden hayat buluyor. Kamer Hanım’ın sözleri, festivalin ruhunu özetler gibiydi.

“Mutfak sadece yemek değil; bir kültürdür. Sofra, o kültürün aynasıdır.”

Diğer bir durak “Ege Balık Adana”

Kurucusu Erol Altun’un ustalığında hazırlanan menü, Adana’nın sadece kebapla değil, deniz ürünleriyle de anılabileceğini kanıtlıyor. Mavi yengeç, karides, kalamar… Hepsi Toroslardan süzülüp gelen tatlı sularla Akdeniz’in tuzunun birleştiği bir lezzet dengesiyle pişiriliyor. Altun’un sözleri bu zenginliğin özünü anlatıyor:

“Adana’nın ekosistemi mutfakta da çeşitliliğin temeli. Her ürün kendi toprağının hikâyesini taşır.”

Kadınların el emeği, Adana’nın kalbi

Festivalin ikinci günü, Adana Olgunlaşma Enstitüsü Kültür Sanat Merkezi’nde kadınların el emeğiyle kurduğu o zarif dünyaya tanıklık ettik. Geleneksel desenlerle işlenmiş porselenler, iğne oyaları, el dokuması kumaşlar, tarih kokan takılar… Avludaki sofralarda sunulan yemekler kadar, o sofraları süsleyen masa örtüleri, peçeteler, tabaklar da birer sanat eseriydi. Bu detaylar, Adana’nın sadece damakta değil, estetikte de bir kültür taşıyıcısı olduğunu gösteriyordu.

Adana’da ziyaret ettiğimiz diğer bir yer “Adana Kadın Kooperatifleri Birliği” oldu

Adana Kadın Kooperatifleri Birliği, 2019 yılında kadınların üretim yaparak ekonomik bağımsızlık kazanmalarını sağlamak amacıyla kuruluyor. Başkan Zeynep Kırılmış öncülüğünde kentteki kadın kooperatiflerini tek çatı altında toplayan birlik, bugün alt kooperatifleriyle birlikte yaklaşık 1.400 kadına istihdam ve üretim imkânı sunuyor.

Üyeler; salça, fermente ürünler, sabun, mum ve sofra tekstili gibi alanlarda üretim yapıyor. Kurulan satış mağazası ve paketleme tesisi sayesinde kadınların ürünleri doğrudan tüketiciye ulaştırılıyor. Proje destekleriyle üretim kapasitesini artıran birlik, Körfez ülkeleri ve ABD’ye ihracat hedefiyle de çalışmalarını sürdürüyor.

Kazancılar Restoranı

1908’den bu yana Adana’nın kalbi Kazancılar Çarşısı’nda ocağı hiç sönmeyen Tarihi Kazancılar, usta-çırak geleneğiyle kuşaktan kuşağa aktardığı tecrübesini gerçek Adana kebabı, ciğer ve mezelerle buluşturuyor. Her lokmada mangalın sabrı, şehrin cömertliği hissediliyor.

UNESCO’ya doğru

Festival organizasyon komitesinde yer alan ve Onbaşılar Kebap’ın sahibi Tayyar Zaimoğlu, “Her yıl festivali gastronomik açıdan bir adım daha ileri taşıyoruz.” derken, Adana’nın sabırla ördüğü bir kültürel vizyonu anlatıyor. UNESCO Yaratıcı Şehirler Ağı’na gastronomi dalında katılmak, bir unvan arayışı değil; bir hak teslimi. Çünkü Adana’nın mutfağı, doğası, insanı ve tarihiyle zaten özgün.

Onbaşılar Kebap

Akşam yemeği yediğimiz yer 1904 yılında Mehmet Kıyan ve kayınbiraderi Onbaşı lakaplı İsa Ağa tarafından Adana’nın Karasoku Mahallesi’nde kuruluyor. Kentin en köklü kebap markalarından biri olan restoranda erkek koyun etinden, geleneksel tariflerle hazırlanan kebaplar, özgün mangalında pişirilerek gerçek et lezzetini sunuyor. Onbaşılar, Adana kebabının tarihine kazınmış bir efsane olarak saygıyla anılıyor.

Asırlık hafızanın üç günlük şöleni

Üç gün boyunca şehirde kebap ve lezzete doyuldu. Konserler, söyleşiler, belgesel gösterimleri ve genç şef yarışmaları… Refika Birgül’den Arda Türkmen’e, Sahrap Soysal’dan Mehmet Yalçınkaya’ya kadar Türkiye’nin önde gelen şefleri, İspanyol konuk şeflerle birlikte Adana mutfağını uluslararası sahneye taşıdı. “Lezzetin başkenti” unvanı bir kez daha hak edildi bence. Festival alanında yürürken her adımda başka bir hikâyeye rastlıyorsunuz. Bir köşede kebap şişine et takan ustanın yüzündeki ter, diğer yanda şalgam satan gencin gülümsemesi ve hepsi bir araya gelince anlıyorsunuz ki: Bu festival bir şehrin kendini anlatma biçimi.

Lezzetin kalbi ‘Müze Kebap Hastat’da atıyor

Adana’nın sıcağı, insanın kalbini eritir; kebabın dumanı göğe karışırken, kentin kokusu belleğe kazınır. Adana Lezzet Festivali bir etkinliğin ötesinde bir kimlik manifestosu. Her mangal ateşinde bir tarih, her tabakta bir hikâye, her lokmada bir insan vardır. Bunun en bariz göstergesi de festivalde hiç yanımdan ayrılmayan Müze Kebap Hastat’ın sahibi Hasan Alağaş oldu. İkram ettiği kebap ve ciğerle festival coşkusu bende tavan yaptı.

Özetle,

Bu şehirde ateş sönmez; çünkü o ateş, gönüllerde yanıyor ve Adana, lezzetin, emeğin, misafirperverliğin şehri olmaya devam ediyor.