Ana dil deyince, rahmet olsun, ben anacağımın konuştuğu dili değil, gündelik hayatta anlaşma ve iletişimde yaygın kullanılan omurga dili anlıyorum.

Yani, yaygın olarak anlaşılanın aksine, gündelik hayatta gevezeliklerin yapıldığı gibi, türkülerin, şiirlerin, masalların, hikayelerin anlatıldığı, tarihin ve ilmin kullandığı dili.

Türk Dil Kurumu lügati anadil’i “Aynı kökten gelen çeşitli dillerin varsayılan kaynağı” olarak tanımlamış

Bu tanım da farklı. Ne farklısı, çok daha iddialısı.

İfadeye dikkat…

Altını çizerek tekrar ediyorum.

1) Aynı kökten gelen,

2)Çeşitli dillerin,

3) Varsayılan,

4) Kaynağı.

Aynı kökten gelen çeşitli diller de ne demek?

Lügatte tanımın devamındaki “Bugünkü Türk lehçeleri, eski bir anadilden doğarak gelmiştir” cümlesinden, kastedilenin lehçe olduğunu anlıyoruz.

Sözkonusu T.D.K. olduğunda hiç şaşırmamak lazım.

Zor anlaşılırlık lehçelerin bir özelliği fakat, lehçeler çeşitli dil sınıfında değerlendirilemez. Ayrıca bu zor anlaşılırlığı abartmamak gerekir.

Sözgelişi, Kırgızcayı bir kaç günde, Özbekçeyi belki bir haftada rahatlıkla anlar hale gelirsiniz.

Mesela, bir Özbek sigarası üzerinde yer alan sağlıkla ilgili uyarı yazısını okuma ve anlamak benim bir iki dakikamı almıştı.

Ülkemizde dil üzerine konuşmalar yapılmıyor. Yapılan en canlı konuşmalar Kürtçe üzerine. O da, Kürtçenin yasaklanmış, ötelenmiş oluşu üzerinden sürüyor.

Hakikatte mesele, ‘dil’ üzerine konuşmadan çok, bir halkın anadiliyle konuşma hakkı-hukuku minvalinde yapılıyor.

Meselenin siyasi yüzü, konuyu netameli sınıfına soktuğundan naşi dil bilimi açısından ele alınmıyor.

Dilcilerle yapılmış küçük röportajları saymazsak elbette.

Derdim Kürtçe üzerine konuşmak değil. Dil üzerine düşünmek ve özellikle dil uzmanların bile konuşmaktan kaçındığı Kürtçe üzerine üç beş kelam etmek hoşuma gidiyor.

Konuşmalarıma Kürt kardeşlerimden olumsuz tepkiler almıyorum. Irkçı derecede Kürtçü olanlardan bile. Ancak, Türkçü kardeşlerim çok fena bozuluyorlar sözlerime.

Mesela, “Kürtçe ve Türkçe aynı medeniyetin lisanlarıdır” tezime, hezeyana kapılarak itiraz edenler sadece onlardı.

Ben de birazcık manipüle ettim elbette.

Kürtçe ve Türkçede hatırı sayılır Arapça, Farsça kelimelerin oluşundan hareketle de“Hatta aynı dillerdir” bile diyerek sürdürdüm bu iddiamı.

Şaka bir yana, bu iddiamı savunacak, tarihi ve kültürel argümanlarım hem ırkçı Kürtleri, hem de ırkçı Türklerin itirazlarını alaşağı edecek güçte.

İsmet Özel, “Türkçe Kur’an-ı Kerim’den doğmuş bir dildir. Hem form olarak, hem de içerik olarak Kur’an-ı Kerim’den doğmuştur” diyor.

İsmet Özel’in bu tezini savunmayı ona bırakayım.

İsmet Özel’in Türkçe için ileri sürdüğü bu tezi Kürtçe için de samimiyetle sonuna kadar savunurum.

Kürtçenin de, Türkçenin de lisan olarak ruhu, merhameti, vicdanı, izanı din dilidir.

Kürtçe de, Türkçe de aynı medeniyetin dilleridir ve aynı kök ve kaynaktandır bu sebepten.

1500 yıl aynı dinin medeniyetinin ırmağında yıkanmış ve koyun koyuna yaşamış halkların gönlü de, dili de aynı damardan terennüm eder.

Yunus’a bir selam çakarak bitireyim yazımı

“Çıkmış İslam bülbülleri, öter Allah deyu deyu…”

Vesselam.