İnsan ömrünün iki önemli evresi vardır: Çocukluk ve yaşlılık.
Biri hayat yolculuğunun taze başlangıcını, diğeri ise dinginleşen sonunu işaret eder.
Hayat, âdeta bebeklik ve çocuklukla başlayıp yaşlılıkla usulca tamamlanan bir daire çizer.
Bu başlangıç ve bitiş noktaları, şaşırtıcı biçimde birbirine benzerlik gösterir.
Genellikle sadece çocukların yoğun ilgiye ve sevgiye muhtaç olduğunu düşünürüz.
Fakat en az onlar kadar, hatta bazen daha fazla, yaşlıların da bu insani sıcaklığa ihtiyacı vardır.
İnsanların yaşlandıkça bazı yönlerden çocuklaştığı söylenir; bu belki de bundandır.
Tıpkı çocuklar gibi ilgi bekler, alakadar olunmasını isterler.
Çocuklar gibi kolayca alınır, kalpleri daha hassaslaşır, çabucak kırılabilirler.
Yaşlı anne babaya karşı en ufak bir olumsuz tavrın bile ("öf" demenin) hoş karşılanmaması, bu kıymetli hassasiyetleri korumamız gerektiğini gösterir.
İlgi ve sevgi, hangi yaşta olursa olsun insanı besler ve motive eder.
Ancak çocuklar ve yaşlılar için bu ihtiyaç çok daha temel ve hayatidir.
Nasıl ki ilgi ve sevgi çocukların sağlıkla büyümesine yardımcı oluyorsa, yaşlıları da hayata bağlayan en sıcak güçtür.
Her iki grup da yaşama bu duygusal bağlarla tutunur.
Yaşlılık, doğası gereği hayatın yorgunluklarını ve bazı zorlukları beraberinde getirir.
Vücudun ritmi yavaşlar, hareketler kısıtlanır, çeşitli sağlık sorunları ortaya çıkabilir.
Öyle ki yaşlılar bazen en basit günlük işlerini bile tek başlarına yapmakta zorlanır, başkalarının yardımına muhtaç hâle gelirler.
Bu durum, yaşlıların kendilerini hayatın hızına ayak uyduramıyor gibi hissetmelerine yol açabilir.
Etraflarındaki yaşam tüm hızıyla akarken kendilerinin bu akışın biraz dışında kaldıklarını, belki de yeterince hesaba katılmadıklarını düşünebilirler.
Unutulmak ise onlar için içlerini üşüten en derin yalnızlıktır.
Hayatlarının bu döneminde kapılarının çalınmaması, telefonlarının sessiz kalması, onları derin bir hüzne sürükleyebilir.
Hâlbuki yaşlılık, aynı zamanda paha biçilmez bir hayat tecrübesi, yılların damıttığı bir bilgelik demektir.
Kenara itilmeyi değil, birikimlerinden yararlanılmasını, hak ettikleri saygıyı görmeyi beklerler.
Onlar bizim annelerimiz, babalarımız, büyüklerimiz, akrabalarımız, komşularımızdır.
İçten söylenmiş birkaç tatlı söz, hatırlandıklarını hissettiren küçük, sıcak bir davranış onları mutlu etmeye yeter.
Merhametli ve anlayışlı bir yaklaşımı sonuna kadar hak ediyorlar.
Annelerin ve babaların çocukları için ne büyük fedakârlıklara katlandığını hatırladığımızda, çocukların da yaşlanan ebeveynlerinin olası zorluklarına sabırla, sevgiyle ve saygıyla karşılık vermesi, onları incitecek söz ve davranışlardan kaçınması bir vefa borcudur.
Yaşlılarımızı o sessiz yalnızlığa terk etmeyelim.
İlgimizi, sevgimizi, zamanımızı onlardan esirgemeyelim.
Yaşlanmış büyüklerimizi arayıp hatırlarını soralım, onlarla bağımızı güçlü tutalım.
Bir gün biz de yaşlanacağız ve benzer bir anlayışı, aynı sıcaklığı umacağız.
O günlere ulaşabilirsek tabii…