“İyilikle kötülük aslâ bir olmaz; (o halde) sen kötülüğü iyilikle karşıla (ve güzellikle savuştur). O zaman aranda düşmanlık olan kişinin can dostun gibi olduğunu görürsün.” (Fussilet 41:34).

Önceki yazıda, iyilikyoluyla düşmanlığı sevgiye dönüştürmenin fikrî kapasiteye sahip olma kudretinemuhtaç olduğunu, insana ‘en iyi şekilde karşılık verme’ yetisini kazandıran şeyin ise ilimde yükselmekolduğunu belirtmiştim.

İncil’de yazdığına göre İsa aleyhisselam Dağ Vaazı’nda havarilerine şöyle demişti: “Düşmanlarınızı sevin, sizden nefret edenlere iyilik yapın, size lanet edenler için iyilik dileyin.”[1] Bu söz şu âyet-i kerimeyi hatırlatmaktadır:

“Sen (sana yapılan) kötülüğü en güzel biçimde sav. Onların Bize neler yakıştırdıklarını iyi biliriz.” (Müminûn 23:96).

Birçok insan bu vaazları mantıksızsaymakta ve günümüzde bu tür vaaz ve ideallerle işlerin yoluna konulamayacağını düşünmektedir!Muhtemelen bütün kavimlerin,elçileri ‘deli’ olarak tanımlamalarının sebebide budur: “Hep öyle oldu; daha önce de hangi elçi gelse, ya ‘büyücü’ ya da ‘cinlerin etkisine girmiş’ dediler!” (Zariyat 51:52). Çünkü kendi tasavvurlarınca bu elçiler insanlardan akıl dışı şeyler istiyorlardı.

Günümüzde insanların çoğunluğu, kötü kişiye ihsan/iyilik ile karşılık vermeninonun kibrini, azgınlığını ve kötülüğünü artıracağını düşünmektedir. Ancak namazda; “İdfa’ billetîhiyeahsen; kötülüğü iyilikle karşıla.” yerine “Lâ tedfa’ billetîhiyeahsen; kötülüğü iyilikle karşılama!” diye okumaya kalksan cemaat seni anında düzeltir ve; “Hayır!Âyet öyle değil!Yanlış okudun!” derler. Durum böyle olmasına rağmen, bu âyeti bilmelerine, hattâ ezbere okumalarına rağmen, kalplerinde yer edendüşünce;‘en iyi şekilde karşılık verme’nin akıl ve mantık dışı bir seçenek olduğu yönündedir.

Peki ihsanı/iyiliği nasıl anlamalıyız? İyiliğin akıl ve mantığa aykırı olmadığını nasıl kavrayabiliriz? İyilik yönteminin hayattaki en münasip ve en doğru davranış şekli olduğu bilgisine nasıl yükselebiliriz?

Sözün burasında, âfâk ayetlerinin (dış dünya kanunlarının), gezegenler arasındaki çekme ve itme prensibi gibi maddeninkanunlarına tâbi olduğunu, hayat kanunlarının isegenetik miras tarafından yönetildiğini ifade edebilirim.

Ancak maddenin kanunlarıyla hayatınkanunları farklıdır. Hattâ bu ikisi bazen çelişir. Maddenin kanunuadalet ve eşitliktir. Mesela enerji yok olmadığı gibi yoktan da var olmaz. Oysa hayatın kanunuiyilik ilkesinedayalı olarak artmaya ve yükselmeye elverişlidir:

“Mallarını Allah yolunda infak edenler, toprağa bir buğday tohumu ekmiş gibi olurlar. O tohum yedi başak bitirir. Her başağında yüz dane olur…” (Bakara 2:261).

Yaşadığım köyde[2], yıllar önce birisi benim bu söylediklerimiduymuş.Kendisiyle sürekli aykırı düştükleri ve tartıştıkları bir komşusu vardı. O akşam yine evinin önünden geçerken komşusu ona yine hakaret edipsövmüş. Arkadaşımız ona hiç cevap vermemiş. Bu sefer daha ağır hakaretlerde bulunmuş, ama arkadaşımız hiç karşılık vermemiş ve sabretmiş. Adam savuşup evine gitmiş… Şaşılacak netice sabahın erken saatinde ortaya çıkmış. Kötü davranışlıkomşusu sabah ezanıyla birlikte kapısını çalmış ve demiş ki: “Dün akşam sana o kadar sövüp saydım, hakaretler yağdırdım… Bütün gece uyku tutmadı, ‘Bu adam bana niye karşılık vermedi acaba?’ diye düşünüp durdum. Onca küfür ve hakaretlerime neden cevap vermedin?”

Bu olayda (iyilik yönteminde) sonucun çok hızlı ortaya çıktığı görülmektedir. Ancak Allah Teâlâ(kötülüğü iyilikle savuşturmamızı emreden) âyetinin devamında şu müjdeyi de haber vermektedir:“Bu davranışı ancak sabırlı olanlar gösterebilirler.” (Fussilet 41:35). Nitekim iyilik yönteminin güzel sonucu bazen gecikmeli gelebilir. Bu da sabretmeyi gerektirir. Keza âyetin devamında şu ibare yer almaktadır: “Bu seviyeye ancak hayırda büyük pay sahibi olanlar ulaşabilirler.” (Fussilet 41:35). Bu âyet-i kerimede; ihsan/iyilik yönteminin beklediğimiz neticeyi vermesi için ihtiyaç duyulan yücelik, yükseklik ve hikmete/bilgeliğeişaret edilmektedir. Bu şartları yerine getirirsek sonuçların beklediğimizden daha seri ve daha fazla olduğunu da göreceğiz:

“Tercihini doğru yapana Allah, kat kat fazlasını verir. Allah’ın imkânları geniştir, O her şeyi bilendir.” (Bakara 2:261).

İnşaAllah devam edecek…

Çeviri: Fethi Güngör

[1] Mütercimin notu: Hz. İsa’nın meşhur Dağ Vaazı’nda düşmanlara nasıl davranılması gerektiğini açıklayan kısım yeni Luka çevirisinde (2009) şu şekilde yapılmıştır: “27-28 Ama beni dinleyen sizlere şunu söylüyorum: Düşmanlarınızı sevin, sizden nefret edenlere iyilik yapın, size lanet edenler için iyilik dileyin, size hakaret edenler için dua edin. 29 Bir yanağınıza vurana öbür yanağınızı da çevirin. Abanızı alandan mintanınızı da esirgemeyin. 30 Sizden bir şey dileyen herkese verin, malınızı alandan onu geri istemeyin. 31 İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın. 32 “Eğer yalnız sizi sevenleri severseniz, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile kendilerini sevenleri sever. 33 Size iyilik yapanlara iyilik yaparsanız, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile böyle yapar. 34 Geri alacağınızı umduğunuz kişilere ödünç verirseniz, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile verdiklerini geri almak koşuluyla günahkârlara ödünç verirler. 35 Ama siz düşmanlarınızı sevin, iyilik yapın, hiçbir karşılık beklemeden ödünç verin. Alacağınız ödül büyük olacak, Yüceler Yücesi’nin oğulları olacaksınız. Çünkü O, nankör ve kötü kişilere karşı iyi yüreklidir. 36 Babanız merhametli olduğu gibi, siz de merhametli olun.” (Luka 6:27-36). ).

[2]1931’de Suriye’nin Kuneytıra bölgesinde, Golan (Cûlân) tepesinin eteğinde yer alan Bi’ruacem köyünde doğan Cevdet Said, baba Eset döneminde ve öncesinde ayrı zamanlarda on kez tutuklanmış, toplam yedi sene hapis yatmış, sonunda öğretmenlik görevinden uzaklaştırılmıştır. Bunun üzerine köyüne dönerek çiftçilik yapmaya başlayan üstat, -Suriye’de devam eden savaş sebebiyle köyünü ve ülkesini terk etmek zorunda kalana kadar- kendisi gibi Ezher mezunun kardeşiyle birlikte süt inekçiliği ve arıcılık yapmıştır. 2011 sonunda köylerinin oğul Eset rejimi tarafından bombalanarak evlerinin tahrip edilmesi sebebiyle ailece Türkiye’ye hicret etmiş olup yedi yıldır İstanbul’un Beykoz ilçesine bağlı bir köyde yaşamaktadır.