İnsan yaşama yalnız başlar, meçhul son yolculuğuna yalnız devam eder; ancak bu iki yolculuk arasındaki tüm serüveni yalnız geçirmez.

Hayatımız, birçok ilişki ve bağ ile çevrelenir.

Bu yolculuk ilk ailemiz olan anne, baba ve kardeşlerimizle başlar; ardından amca, teyze, hala, dayı gibi geniş ailemizle devam eder.

Daha da ilerledikçe eşimiz, çocuklarımız ve torunlarımızla ailemizi ve çevremizi genişletiriz.

Bu süreçte arkadaşlarımız, dostlarımız, sırdaşlarımız da hayatımızın bir parçası olurlar.

Yalnız doğan insanın aslında yalnız yaşayamayacağını ve birbirimize olan ihtiyacımızı da böylece anlarız.

Yalnızlık Allah'a mahsustur zira.

Yaş ilerledikçe insan, sevdiklerini teker teker kaybederken yalnızlaştığını ve tek başına kaldığını hisseder.

Sevdiklerini kaybetmek, kalabalık bir çevrenin içinde bile yalnızlık duygusunu derinleştirebilir.

Bu kayıplar, bazen vefasızlık, duyarsızlık, vurdumduymazlık, haksızlık veya gamsızlık gibi şekillerde de dışa vurur.

İnsan hem fiziksel hem de manevi olarak yara alır bu durumda.

Maddi ölüm bir kayıpken manevi ölüm daha derin bir acıyı temsil eder.

İnsan, sadece bir kez fiziksel olarak ölür ancak insani değerlerini kaybettikçe defalarca ölür.

İnsan, toplumsal bir varlıktır.

Sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için sosyalleşmesi gereklidir.

İnsan, sosyalleştikçe var olur ve varlığını sürdürür.

Sosyal bağlardan kopmak ise ölümle eş değerdir.

İşte bu yüzden yalnızlık, insanın karşılaşabileceği en büyük acılardan biridir.

Yalnız kalmak; dertlerin paylaşılmadığı, sevinçlerin ortak edilemediği, zorlukların birlikte aşılmadığı bir durumun derin acısıdır.

İnsan, yalnız başladığı bu hayat yolculuğunu yalnız tamamlar.

Sessiz ve sedasız başlayan yolculuk böylece sona erer.

Sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyi geride bırakırız.

Hayatımız boyunca edinmeye çalıştığımız, didindiğimiz, koşturduğumuz ve neticesinde elde ettiğimiz her şeyi...

Her başlangıç bir nihayeti, her nihayet yeni bir başlangıcı gerektirir.

Ve bu yolculuk devam etmek zorundadır.

Kimi insanlar isimsiz kalırken bazıları onlarca yıl, yüzlerce yıl geçse de bıraktıkları izlerle anılırlar, olumlu veya olumsuz.

Asıl mesele, bu dünyadan ayrıldığımızda gök kubbede hoş bir seda bırakmaktır.

Bazı insanlar sessiz çığlıklar atar, duyulmaz sanılır bu çığlıklar.

Mehmet Âkif Ersoy gibi;

"Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma;

Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?"