Sırrı Süreyya’yı maveraya uğurladık. Tabutunu Türkiye koalisyonu taşıdı. Uğurlama için gelenler salonlara, caddelere, camilere sığmadılar.
Sırrı Süreyya, Volkan Konak’ın cenazesi sırasında yollardaymış. Yazdığı yazıda, Konak için gıyabi cenaze namazı kıldığını anlatmıştı. Okuyanlara bireysel olarak gıyabi cenaze namazı kılmayı önermiş, nasıl kılınacağını da tam tekmil tarif etmişti.
O gün onun sözünü tutup kendi başına Volkan Konak için gıyabi cenaze namazı kılanlar olmuş mudur? Olmuştur. Pazar günü Levent’e gelemeyip kendi tarif ettiği gibi onun gıyabi cenaze namazını kılanlar olmuş mudur? Olmuştur. Namazdan sonra geleneğe uyup kendi kendilerine “Merhumu nasıl bilirdik?” sorusunu sormuşlar mıdır? “İyi bilirdik!” demişler midir? Demişlerdir.
“BİZİM SIRRI”
Memleketi kucaklayacak kadar geniş açıyordu kollarını. Memleketin derdiyle dertlenen biriydi. Bu arada kendi dertlerini unutan, tedavilerini erteleyen biri…
Dünyayı mülk edinmeye gelmemiş bir hâl vardı üzerinde. Ziyaret edip gidecek gibiydi.
Türkiye’yi konuşturdu. Bir taraftan aldı sözü öteki tarafa götürdü. Öteki yakadan aldı, bu yakaya getirdi. Kendi sözümüzü onun dilinden duyduğumuzda bile etkilenmemiz başka türlü oluyordu.
Sadık kalacağı sözler söyledi. Söylediği sözlere sadık yaşadı. Memleketin bütün sözleri onda buluştu, ondan dört bir yana dağıldı.
Yüzünde Türkiye yansıyordu. Gülüşünde hepimize yer vardı. Öyle geçici bir yer değil, kendimiz olacağımız bir yer. Tek tek hepimize, kendimiz olma cesaretini, onun imkânını, onu sürdürmenin heyecanını veriyordu.
Herkese göz hizasından dümdüz baktı. Arada engel olmadan; saklı, gizli hiçbir şey olmadan…
Herkesin komşusu idi o. Herkese akraba, herkesle tanışık, herkes için “bizim Sırrı”…
SİNEMADAN SİYASETE
Kendisi olmaya gelmişti dünyaya. Kimseye özenmedi, kimseye minnet etmedi, kimseden bir şey istemedi. Tanıyanlar buna şahit. Hangi zaman diliminde, nerede yaşasa yine aynı Sırrı olurdu.
Kendini açarak, kendini okuyup, kendini yazarak sinema yaptı.
“Sanat bir meseleyi görünür kılar, siyaset çözer” dedi ve siyasete atıldı. Siyasetin en geniş tanımını yaptı, en ağır sorumluluğu yüklendi. O geçitte belki de şu şiiri okuyordu: “Şaşılacak bir dünyada yaşamaktı; öğrendik / şimdi külçeler yüklüyüz şaşılacak bir biçimde / külçeler yüklüyüz ve çıkmak istiyoruz yokuşu”
VASİYETİ
Yolu biliyor edasında ve güveninde, ardına bakmadan yürüyenlerden… Dengini toplamış, azığını hazırlamış biri olarak dolaştı yeryüzünde. “Gidiciyiz” diyordu. O gitmeye hazırlıklıydı da biz ondan ayrılmaya o kadar hazırlıklı değilmişiz.
Memleketin gerginliği ona yansımıştı. Memleket mengenesinde sıkışıp kalmış bir kalbi vardı. “Nasıl olsa birinin kalbi o mengenede sıkışacak, benimki olsun” demiş, gönüllü yazılmıştı.
Önceliği hep memleket oldu. “Hele memleket bir düzelsin, sonra bakarız” diyordu. En son barışı oldurmaya çalışıyordu.
İçimizde büyük bir boşluk bırakarak gitti. Bizi şaşkın bıraktı. Gitmeden öyle köklendirdi ki barışı; artık geri dönemeyiz. Barış yolunda sonuna kadar yürümek, onun bize vasiyetidir. Bu sorumluluk, ondan bize en büyük mirastır.