Yetimlerimizin annesi bir yengem var. Genç yaşta amcamı kaybettikten sonra kendini evlatlarına verdi, ikisini evlendirdi, oğlunu ise iyi bir meslek sahibi yaptı. Hepsi namazını kılan gençler. Evlatları kendisinden uzakta olduğu için o da adeta mekik dokuyor. En son Ankara’da karşılaştık yengemle. Ayaküstü Elazığ’a döneceğini ama tedirgin olduğunu söyledi. Sebebini sordum “Suriyeliler evimin hemen üst katına taşınmışlar” cevabını verdi.

İşin esası sadece tedirginlik değildi yengemde gördüğüm. Dillendirmese de “gelmeseler daha iyiydi” der gibi bir hali vardı. Ben de onların kardeşlerimiz olduğunu, onlara sahip çıkmamız gerektiğinden söz ettim. Tek başına bir kadın ne kadar sahip çıkabilirse o kadar alakadar olması lazımdı. Yaşadığım bu diyaloğun üzerinden birkaç ay geçti, sonra annemle telefon görüşmesi yaparken, yengem ve komşularını sordum. Annemin verdiği cevap oldukça etkileyiciydi. Hikâye şöyleymiş: 11 kişi yaşıyorlarmış yengemin komşuları. Savaşta 2 şehit vermişler ve bu şehitlerden geriye 5 yetim kalmış. Etkileyici bulduğum kısmı ise, bu komşularımız akşamları o evde ne yemek pişse bir tabak muhakkak yengeme de getirip veriyorlarmış; kapısını çalıp, mütebessim bir edayla yengemin anlamadığı bir dille konuşarak. “Belli ki görmüş geçirmiş bir aile” diyor annem.

Yengem şimdi çok mahcup. Suriyeliler hakkında yapılan tezvirattan etkilenmiş insanlardan sadece bir yengem. O da bu tezvirattan ötürü önyargılı bir yaklaşım içindeydi ama gördükleri onu bambaşka bir ruh iklimine götürdü. Türkiye’de komşuluk ilişkilerinin zayıfladığı, sorgulandığı bu zamanlarda Türkün Türke, Kürdün Kürde yapmadığı ikramı Suriyeli kardeşlerimiz yapıyorlar. Hem de büyük bir içtenlikle. Yengem şimdi onların dilini gayet iyi anlıyor. Zira anlaşmak için gönül dilini bilmek yeterli. O da öyle yapıyor. Gülen çehreler, haneler arası yemek alışverişleri…

Tüm karalamalara rağmen bunun bir haber değeri yok mu?

Bence var. Bence bunlar anlatılmalı, bunlar yayılmalı.