Genellikle bize olumlu olarak sunulan sistemlerin aslında ne denli sofistike olumsuzlukların, sosyal hastalıkların hatta fizyolojik ya da ruhsal problemlerin bazen taşıyıcısı, çoğu zamanda üreticisi olduklarını irdeleyen önemli fikirlerin de artık felsefi boyutta tartışılır hale geldiğini görebiliyoruz…

İnsan hayatının seyrini en ilkel halinden en “uygar”ına doğru irdeleyen filozoflar, artan mülkiyetin ve refahın kendisiyle birlikte her şeyi artırmadığını hatta bir toplum için hayati olan pek çok şeyi dramatik şekilde tahrip ettiğini, ikna edici bir berraklıkla zihinlerimize sunuyorlar…

Bu bozulma halinin en somut sonuçlarından biri, çıkarların adeta varoluşun amacı haline gelmesidir…

İnsan sormadan edemiyor: Hiçbir sitem üretmemiş ilkel insan mı, Eflatun’un önerdiği “onur” ve “azamet”i önceleyen timokrasi mi, dini formasyonlarla güçlendirilmiş monarşi mi daha iyiydi yoksa en son ulaşıldığı düşünülen demokrasi mi daha iyi?

İnsan yüzünün hep ileriye, medeniyete dönük olduğunu, izlediği yoldan çıkarmak hiç de zor değildir…

Ve her dönemde gücünün yettiği kadarını ele geçirdi ve onları tüketmek üzere kendi sahasına çekildi…

Üzerindeki otoriteyi yumuşatarak ilerleyen insan her aşamada mülkünü genişlettikçe özgürlüğü, özgürlüğünü genişlettikçe de doyumsuzluğunu genişletti aslında…

Dün çok daha katı monarşileri bile dize getirmenin bir yolunu bulan aristokratların yerini alan ve bugünün sermayesine hükmeden ve hala doymayan kapitalistler, kendi lehlerine “eşitsiz katmanlar”ı korumak adına, yasaların “yapay engel”lerini aşmakta hiç zorlanmadılar…

Fakat her şeye rağmen enseyi karartacak değiliz elbette…

Toplumsal zihniyeti parçalayan, insanı ihtiyacı olmasa da almaya ikna eden, Lewis Morgan’ın: “Özgür insanın daha iyi mülkiyet üretici makine olacağı keşfedilince kölelikten vaz geçildi” sözünü haklı çıkararak onları modern köleler haline getiren para baronlarına karşı söylenecekler de, yapılacaklar da bitmiş değildir…

Kölelik karşıtı filozof Henry David Thoreau: “Yaratılışın şiiri kesilmez; çok insanda o şiiri duyacak kulak vardır” sözüyle sadece köleleştirilmiş Amerikan yerlilerini yüreklendirmiyor…

Modern kölelerin de “zihinsel esaret”ten kurtulmak için yaratılışın şiirini duymaya daha çok ihtiyacı var…

Yapay hale gelen, fabrikasyonlaşan, genetiği ile oynanan her şeyle bedeni, yıpratılan, çürütülen, yapı söküne uğratılan her inanç ve değeriyle de ruhu hasta edilen “medeni insan”ın, “kendisi için en iyi olanı bulacağı”na olan inancımızı hiç kaybetmeyeceğiz…

Merkezi ilham kaynakları parçalanarak yalnızlığa terkedilmiş, yalnız kaldığı için de savunması oldukça zayıflamış “medeni insan”, yeniden ve o ilkel denilerek aşağılanan insanda olduğu gibi, diğerinin varlığını fark edecek, gücünü gücüne katarak “ikna” edildiği her esaretten kurtulacaktır…

Bugün imkânsız gibi görünse de, sahip olduğumuz bilginin sınırsızlığı bizi, uzaklarda gibi görünen o şerefle yeniden ve dosdoğru kucaklaştıracaktır…

Doğru zaman geldiğinde imkânsızlıkların nasıl aşıldığı çok açıktır…

Hürriyete kanat çırpmak isteyenlerin bugün ki ödevi, kanatları besleyecek zihniyeti büyütmektir…     

Onun görünür olma halini de Edward Carpenter ifade etsin: “Kanatların nasıl ve nerede çıkacağına ilişkin anatomik sorun, kanatlar çıkmaya başladığında çözülecektir…”