Türkiye’nin en hassas noktası, belki de dünyanın politika geliştirmede kullandığı gizli ajandası kültür ve sanat. Doğu kültürlerinde son iki yüz yılda çok önemli savrulmalar yaşanmıştır. Osmanlı devletinin duraklama ve gerileme dönemlerinde askeri tedbirlere çok sık başvurulmuş fakat değişen hayat tarzı ve kültürel özellikleri gerileme ve dağılmanın hızlandırıcı unsuru olmuştur.
Hemen tüm İslam ülkeleri ve Müslüman olsun olmasın Afrika’nın tamamı son iki yüz yılı Batı ülkelerinin tesiri altında kalmışlardır. Bu tesir insanları ve ülkeleri narkoz etkisiyle uyuşturmuş daha sonra ülkeler üzerinde çok derin ameliyatlara girişilmiştir. İnsanlara hoş gelen fakat sonuç itibarıyla insanları ve ülkeleri köleleştiren bu narkoz, kültürel gelişmeler ve değişen hayat tarzı olmuştur.
Jön Türkler olarak bilinen Osmanlı genç sanatçıları, bu rüzgâra kapıldıkları için belki de farkında olmadan Batı adına Osmanlı ile içeriden mücadelelere girişmişlerdir. Dönemin Padişahı 2. Abdülhamit baskıcılıkla ve sansür uygulamakla suçlanmış, emperyalistlerin geliştirdiği söylemler maalesef Osmanlının öz evlatları tarafından kullanılmıştır.
Türkiye’nin yakın tarihi içerisinde kültürel kan uyuşmazlığı her dönemde kendini göstermiştir. Bir yanda altı yüzyıllık Osmanlı medeniyeti, bir yanda üç yüzyıllık Selçuklu İslam medeniyeti öbür yanda binlerce yıllık Türk kültür ve medeniyeti miras olarak ortada dururken ülkenin kültür burjuvazisi tüm bu kültürel mirası reddetmiştir, aşağılamıştır, hor görmüştür.
Türkiye’de kültür ve sanat sektöründen bahsetmek istiyoruz. Binlerce yıllık sanat çeşitliliği öz yurdunda garip bir şekilde varlığını sürdürmeye çalışmakta maalesef. Geleneksel İslam sanatlarıyla ilgilenen bir avuç gönül insanı omuzlamış tüm bu yükü. Kendi imkanı ve motivasyonu ile “bir sevdadır..” diyerek tüm gücü ile sarılmıştır ata yadigarı sanatlara ve zanaatlara.
Tiyatrocular, yıllarca kültürel hayatın vitrinini oluşturmuşlarıdır. Sinema ve dizi sektörünü de besleyen okuldur tiyatro. Osmanlı döneminde tiyatro daha çok Güllü Agoplar’ın yani Ermeni vatandaşların ve azınlıkların ilgi alanını oluşturmuştur. Türkiye Cumhuriyeti döneminde bu etki devam etmiştir. Tiyatrocular sanki aynı kültürel yapının imalatı gibi hep Batı hayat tarzını süslemişler ve halka özellikle gençlere model olarak sunmuşlardır.
Gezi olaylarında en ön saflarda yine tiyatrocular yer almıştır. Sanatçı olmak sanki değelerine sırt çevirmek hatta değerlerine ihanet etmekle özdeşleştirilmiştir bu ülkede. Ülkenin sinema ve dizi sektörünün kaymağını yiyen kişiler yine aynı grup olmuştur. Birazcık değerlerine bağlı olan sanatçılara figüranlık bile çok görülmüştür. Diriliş Ertuğrul dizinin oyuncularına bakın isterseniz. Gerçekten Ertuğrul gibi düşünen ve yaşayan kaç sanatçı var, ya da kaç sanatçı rolünü oynadıktan sonra bu duyguları içerisinde barındırmaktadır?
Türkiye başkanlık sistemine geçti, bakanlıkları ve bakanların nitelikleri değişti. Milli Eğitim Bakanlığında yaşanan heyecanı maalesef Kültür Bakanlığında göremedi insanlar. Yeni bir heyecanla başlamalıydı Kültür Bakanlığı. Yeni projeler, yeni bakış açıları ve yeni politikalar olmalı. Kültür alanı elbette ekonomi gibi bir anda etkilemiyor ülkeleri fakat ihmal edilirse sonuçları ekonomik krizlerden çok daha kötü olabiliyor.
Kültür alanına dair birkaç öneri;
Orta ve uzun vadede değerlerinin peşinden gidecek yerli ve milli tiyatrocular yetiştirilmeli.
Dizi ve film sektörü bir kesimin hegemonyasından kurtarılmalı.
Kültür bakanlığının destekleri ve projeleri amatör sanatçılara ve çalışmalara açılmalı.
Yetenekli gençlerin keşfi yapımcılara ve organizatörlere bırakılmamalı.
Kültür bakanlığı turizm ve kültür dengesini sağlamalı, Zira turizm para getiriyor, kültürün böyle bir özelliği yok.
Kültürel hayatı İstanbul ve Antalya’nın dışına çıkarmalı ve Tüm Türkiye’yi kapsayan bir kültür politikası geliştirmelidir.