Atasözlerimiz yılların tecrübelerinden ve yaşanmışlıklarından ortaya çıkan nezih, bir o kadar da anlamlı sözlerdir.
Neredeyse yaşamın her anına denk gelen, her anını süzen atasözlerimiz o kadar fazladır ki her fırsatta o sözlerle geçmişten geleceğe doğru yürümeye çalışırız.
Ekonomik durumumuza değinen ve dokunan oldukça fazla atasözümüz de bulunmaktadır.
Bunlara kısaca bir göz attığımızda önümüze çıkanlar şunlar olmaktadır;
Har vurup harman savurma, damlaya damlaya göl olur, ayağını yorganına göre uzat, çoğu zarar azı karar, ak akçe kara gün içindir, işten artmaz düşten artar, sakla samanı gelir zamanı, paranın gittiğine bakma işinin bittiğine bak…
Tüm bu atasözlerindeki ortak nokta; harcamalarını gelirine göre yap, gelirinden birazını biriktir ve israf yapmayarak hayatına devam et yönündedir.
Asıl önemli nokta ise borçlanmadan kaçınarak bir hayat sürülmesi konusudur.
Ama ülkemizdeki genel duruma bakıldığında borçlanma her alanda ve her anlamda artmaktadır.
Bireylerin borçlanma yükleri her geçen gün artarken şirketlerin borçlanmalarında da ciddi bir yükseliş trendi göze çarpmaktadır.
Söz konusu borçlanmanın asıl sebebi nedir diye bakıldığında; gerek bireylerin gerekse de şirketlerin, gelirlerinden çok daha fazlasını harcadıkları ve gelirlerine oranla daha yüksek giderlerle karşı karşıya kaldıkları noktası ön plana çıkmaktadır.
Eskiden vatandaşımız ne yapardı? Eğer 10 birimlik bir geliri varsa bunun yedisini harcar, üçünü de biriktirirdi.
Bu üç birim devamlı surette biriktirilir ve büyüyerek sonunda ya bir gayrimenkul ya da bir başka yatırıma çevrilirdi.
Yeri geldiğinde, bir borçlanma durumu olduğunda insanlar yaptıkları bu yatırımı bozdurarak borçlarını öderlerdi.
İşte şimdi insanlar böyle bir tasarruf yapamadıkları için borçlanıyorlar ve faizlerin yüksekliğinden ötürü de borçlanmalar zamanla artarak katlanıyor.
Peki, gerek kişilerin gerekse de şirketlerin düştüğü bu borçlanma durumlarından kurtulmak mümkün mü?
Tabii ki kurtulmak mümkün. Bunun yegâne yolu gelir ile gider dengesini ayarlamaktan başkası değildir.
Bireyler ihtiyaçları dışında harcamalardan vazgeçerek tutumlu bir şekilde hayatlarına devam etmelidir.
Şirketler ise görünen giderleriyle görünmeyen giderlerini iyi kontrol etmeli ve kesinlikle en ufak bir israf yapmamalıdır.
İsraf bizim inancımıza ters bir yaklaşım olduğu için her zaman, her yerde ve her alanda israftan kaçınan bir yaşam tarzıyla hayatımıza yön vermeliyiz.
İsrafın büyüğü veya küçüğü olmaz şiarıyla istikametimizi belirlemeli, geleceğimizi israfın olmadığı bir noktada inşa etmeliyiz.
Hayatın hiçbir noktasında israf olmadığında, yaşamımızın her anının daha verimli ve daha güzel hâle geldiğinin farkına varacağız.
İsrafın kaldırıldığı bir hayat nizamı tesis edildiğinde borçlanma ihtiyacının da azaldığını çok rahat bir şekilde göreceğiz.
Sadece israf değil, lüks bir hayatın terk edilmesi de borçlanma miktarını ve derecesini düşüren bir etken olarak karşımızda durmaktadır.
İhtiyacı kadar harcayan ve ihtiyacının dışındaki kazancı tasarruf eden toplumlar her zaman güçlü bir şekilde ayakta kalmaktadırlar.
Türk toplumu olarak bunu yapabilecek ve başarabilecek kabiliyette olduğumuzu bilerek bir hayat nizamı oluşturmamız gerekiyor.
Bu hayat nizamında borçsuz bir şekilde yaşamak o kadar kolay olacaktır ki anlatamam…