Bu yazı, bundan sonraki yazılarımın artçısı. Çalkalamadan okumayınız.
Bir şeyler oluyor. Kılıçla armut kesiyoruz şimdilik, lakin hakikatin cellatlarıyla savaşacağımız günler yakındır. Yazdıklarım kibir jürisince taşlanabilir, detone olsak da hakikat tektir. Çok esiyorlar lakin yaprak kıpırdamıyor. Musluk suyu gibi hepsi, temiz olduklarına dair gıcırgıcır şüphem. Rabbim yağmurun sesini açar mısın, bunlar cayır cayır gürlüyorlar.
Diyorum ya içimizdeki bu havlayan kibri, ancak Kıtmir Üniversitesinde eğitebiliriz. Şeytanın en verim aldığı kavga mevsimindeyiz. Soğuk Sibirya’dan değil Kibiryadan geliyor.
Hızlandırılmış enaniyet kursları işleten profesyonel kurnazlarız artık. İyi derecede konuşuyoruz kötülüğün dilini. Kalp kırmanın adı mizah, kalp devirerek konuşmanın adı da asalet olmuş. İnsanın adını buldum insan bütün gerçekliğiyle sahte hesap.
Koltuk, kibir konforu için şeytanın dekore ettiği süngerden takoz… Kim üzerinde oturuyorsa koltuğun genlerine ahkâm yazıyor. Kim üzerinde oturuyorsa aşağılamakla yaylanıp tavana çiğ insan gibi yapışıyor.
Koltuğun ayarları ne kadarsa insanın da insan olma ayarı o limitte. Hiçbirimiz Rabbin bizi ayarladığı gibi saf duramıyoruz.
Kibir fabrika ayarlarımızı bozan bir takım elbise bir samandan kravat oturup yiyoruz. İneğiz galiba… Besili kötülük ve alçakgönüllüğün altında buzağı arayan inek olabilir miyiz diye düşünüyorum. Ve yine kibrin mikrobuyla hastalanmaya alışık bağışık ruhlarımızla sürüsüne bereket hadsizliğimizle ezmeyi yaşamanın farzı bellemişiz. Yürüyoruz.
Toprağın altındaki konforum daha önemli. Haksızlığa ses çıkarmadığımda sus köpeği olacağımı biliyorum.
Şişeleri toprağın dibine vurdukça sarhoşluğumu tokatlayan taşların sıcaklığını bildim. Bir çekilişle ölmeye hak kazanan talihsizin kimsesizliği bedeninden önce ölmüştür bildim.
Büyük can çekilişi budur işte!
Şimdi ne büyük adamların cep harçlığı olarak vicdanlarına çaktığı yoksul boşluklar, ne de küçük adamların hesaplarına düşen kâr tanesi beni ilgilendirir ölüm gövdemizin içine bakarak konuştukça dizlerimize kapanır gözlerimiz!
Toprak,göründüğü gibi değil hepimizi içine atar da acısını belli etmez!Rabbin kurduğu uzun cümlelerdik lakin bu uzun cümleleri ne dostlarımız ne kardeşlerimiz ne de düşmanlarımız iyi okuyabildi ve kestirip atılsak da ölümün sahip çıktığı dünya dolusu çocuklardık hepimiz!
Kitabı okuyup özetini su yüzüne çıkaramayan gizli cahiller olduğumuzu toprağın ağzında gevelendikçe anladım ve bütün kırıkların neden içerde olduğunu ve toprağın bütün kırgınları neden hızla içerlediğini bildim…
Ruh teslim töreniyle, temel atma törenleri arasındaki bir yığın toprak farkı çamurdu. Dünyayı bir çırpıda bitirenle ölüme bir çırpıda başlayan iki insan arasındaki yoklukta hiçliği var ediyordu. Biz çekilsek de topraktan meydan cansızlığımıza kalıyordu.
Azrail o kadar melekti ki elden çıkardığımız canlarımızı biriktiriyordu. Vefalıydı işte! Sözünün er meleğiydi!
Aptallar adlarının yaşamasını hakikat sahipleri de ahlarının yaşamasını ister!Çalıntı bir Fatiha’yla ölümün sertliğini geçiştireceğime arkamda bıraktığım bütün pişmanların yüzlerine inecek okkalı bir ah bırakmak isterim..
Adımız yeşilliktir yâd edilince kabaracak omuzlarımız gübreliktir, saksıda biter işimiz. Lakin ahın diriliği, mazlumun ölüsünde serinliktir! Azrail insanın canını alabilir ama ahını almaz azizim yaşatır!