Herkesin 14 Mayıs 2023’ü sabırsızlıkla beklediği konusunda hiçbir ihtilaf olamaz…

Belli ki iki ittifakın da seçmeni, kendi zaviyelerinden epey bilenmiş durumda…

6’lı masa, görünmeyen ayağı ile güya “diktatör, tek-adam sistemi”nin sonunu getirmek için bileniyor…

Cumhur İttifakı ise “Metaverse dünya”larında yaşayan ve yapılan hiçbir şeyi görmeyen, devletin bütün kurumlarına itibar suikastı yapan, yalan konusunda ultra seviyeye ulaşan “masa”nın, açık ve saklı bütün bileşenlerine bir defa daha “had” bildirmek için bileniyor…

Kimin kime ne söyleyeceğinin cevabını çok kısa zaman sonra öğreneceğiz ve demokrasinin gereği olarak da saygı duyacağız elbet…

Her siyasetçi -tabir yerindeyse- boyunun kaç santim olduğunu ya da ağırlığının ne olduğunu açıkça görecek…

Yüzde sıfır virgül bilmem kaç oyu olanların bile kendine çok büyük değerler atfettiği, beylik laflarla süslü o konuşmaların çapını da göreceğiz…

Bugün eleştirdikleri Cumhurbaşkanlığı Sistemi olmasaydı “irabda mahalli olmayacak” siyasetçilerin o “komik” seviyeye varan özgüvenlerini çok merak ediyor herkes…

Bay “Muhasebeci” de onlardan biri mesela; beni çok güldüren o özgüven patlamasıyla…

Çok ümitliler masanın bileşenleri; ama bu ümit kendi politikalarına olan güvenden kaynaklanmıyor…

Bunun da çok farkındalar zira…

Hep “yensin” diye saçaklarına sarıldıkları MİT tırları hadisesi ve sonrasındaki 17-25 Aralık, 15 Temmuz, pandemi ve daha nicesi istediklerini vermedi…

Şimdi de sebepleri açık ve büyük devletleri bile aciz bırakacak, “Asrın felaketi” olarak tarif edilen depremlerin ilk 48 saati, iktidarı yensin diye uğraşıyorlar ve özellikle o dileme çok umut bağlamış durumdalar…

Sonrasında işlerine yarayacak pek bir şey yok çünkü…

Aklı ve mantığı devre dışı bırakarak suçladıkları kurumların hangi usul ve esaslar çerçevesinde çalıştığını dahi bilemeyecek ya da inkâr edecek kadar acınası bir yöntem izliyorlar…

Dernek statüsünde olan Kızılay’ı da tıpkı Türk Hava Kurumu gibi devletin bir organı sanıyorlar…

Bir dernek kendisine kaynak üretmek için çeşitli iştirakler kurmuş ve gelir elde ederek faaliyetlerini yürütüyor oysa…

Dün gayr-ı hukuki ya da gayr-ı ahlaki olmayan bir şey bugün neden ve hangi gerekçe ile bu çerçevenin dışına çıkıyor anlamadım…

Kaldı ki ürettiği her kaynağın kullanım amacı da ortayken…

İzlenen iletişim politikasındaki eksiklikler bu gerçeği değiştirir mi?

Başka bir taraftan bu eksikler olmasa da devlet yönetimine talip hatta bakan ya da başbakan olarak görev yapmış muhalefet liderleri, bu gerçekleri bilmiyor olabilir mi?

Kendi dönemlerinde de aynı faaliyetin devam ettiğini bildikleri halde, bunu neden yok sayabildiler? 

Aslında takdir edilmesi gerekene, itibar suikastı yapmanın çok temel gerekçeleri var kuşkusuz…

Yüklendikleri ilk 48 saat için bir suçlu “icat” edilebilirse felaketin büyüklüğü, hava koşulları değil de iktidar her şeyden sorumlu olacak; onlara göre…     

Ve bu sayede -kendilerinin sorumlu olduğu dönmeler ve yerler de dahil- her şey iktidara mal edilmiş olacak tabi…

Oysa “Battı, bitti” diyerek, “Devlet nerede” sorusunu sordurarak karşılamaya çalıştıkları iktidar ve devlet, dimdik ayakta ve bunu 48 saatin ardından çok net olarak gösterdi…

Bunun en güçlü mesajını da -bütün beklenti ve manipülasyona rağmen- EYT düzenlemesini kanunlaştırarak ve seçim tarihinde de sabit kalarak verdi…

Birileri çok hoşlanmasa da bu, elbette Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin ve onun hakkını veren Sayın Erdoğan’ın başarısıdır…

Belli ki Sayın Erdoğan da “ertelemediği” sabırsızlıkla ve özgüvenle 14 Mayıs’ı beklemektedir…