İnsan bazen yolunu kaybettiğini fark etmez; çünkü hâlâ hareket hâlindedir. Sabah erken kalkar, gün boyu koşturur, akşam yorgun düşer. Takvim doludur, telefon susmaz, yapılacaklar listesi kabarıktır. Dışarıdan bakıldığında çalışkan bir hayat vardır. Ama çalışmakla ilerlemek arasındaki fark, tam da bu yoğunluğun içinde silinir. İnsan ilerlediğini sanırken aslında sadece meşguldür.

Kendini ispat etme telaşı bu hâlin en sessiz nedenlerinden biridir. Gürültü çıkarmaz, bağırmaz, tehdit etmez. Hatta çoğu zaman sorumluluk, disiplin ya da hırs kılığına girer. İnsan yaptığı işten çok, yaptığı işin nasıl göründüğünü düşünmeye başlar. Bir noktadan sonra niyet yer değiştirir. Üretim geri çekilir, algı öne geçer.

Günlük hayatta bunun küçük ama tanıdık sahneleri vardır. Toplantıda aklınıza güçlü bir fikir gelir. Söyleseniz işe yarayacaktır. Ama ortamın havasını tartarsınız. “Şimdi dile getirsem nasıl algılanır?” dersiniz ve susarsınız. Toplantı biter, aynı fikir biraz sonra başka bir ağızdan duyulur. “Ben de bunu düşünmüştüm” cümlesi içinizde kalır. O an potansiyel yok olmaz; sadece yön değiştirir.

Baskı her zaman yukarıdan gelmez. Kimse omzunuza basmaz, kimse sesini yükseltmez. Bazen yönetici alan açar, hatta özgürlük tanır. Ama insan yine de üzerinde bir ağırlık hisseder. Çünkü karşılaştırma başlar. Yan masadaki tempo, üst kattaki unvan, bir sonraki adım ihtimali zihnin içine yerleşir. Kimse “kendini ispat et” demez; ama ortam bunu fısıldar. İnsan da fark etmeden kendi kendine baskı uygulamaya başlar.

Bu durum sadece özel sektöre özgü değildir. Özel sektörde titiz çalışırsınız, işi en ince ayrıntısına kadar yaparsınız; ama bir noktadan sonra şunu fark edersiniz: İşin kalitesi değil, kimin fark ettiği konuşulur. Kamuda yetkiniz vardır, imzanız vardır; ama bu kez başka bir refleks devreye girer. Göze batmamak, dengeyi bozmamak, konumu korumak… Zemin değişir ama içerdeki ispat ihtiyacı biçim değiştirerek devam eder.

Bu hâlin en net görüldüğü yerlerden biri de plaza düzenidir. Cam duvarlar, açık ofisler, bitmeyen toplantılar… Herkes meşguldür, herkes yoğun görünür. Çalışmak kadar çalışıyor gibi görünmek de önemlidir. Toplantılar toplantıları doğurur, mailler mailleri çağırır. Günün sonunda yorgunluk vardır; ama “bugün ne ürettim” sorusu cevapsız kalır. Çünkü enerji, işin kendisine değil, işin etrafındaki gösteriye harcanmıştır.

İşte bu noktada potansiyel zarar görmez; yön değiştirir. İnsan işini daha iyi yapmak yerine, işini daha iyi sunmaya odaklanır. Risk almaktan kaçınır, yeni olanı törpüler, güvenli cümlelere sığınır. Hareket vardır, emek vardır; ama ilerleme kalıcı değildir. Çünkü yön, özden uzaklaşmıştır.

Toplumsal olarak da benzer bir tabloyla karşı karşıyayız. Çok çalışıyoruz, çok konuşuyoruz, çok paylaşıyoruz. Ama az duruyor, az düşünüyoruz. Herkes bir şeyler yapıyor gibi görünüyor; ama yapılanların nereye gittiği belirsiz. Gürültü artıyor, derinlik azalıyor. Meşguliyet ilerlemenin yerini alıyor.

Belki de bugün asıl ihtiyacımız olan şey daha fazla hız değil; daha net bir yön duygusudur. İnsan kendini sürekli kanıtlamak zorunda kalmadığında, zaten daha iyi çalışır. Enerjisini savunmaya değil, üretmeye verir. Görünmeye değil, işe yaslanır.

Sonunda şu gerçeğe geliyoruz: İlerlemek her zaman hızlanmak değildir. Bazen durmak, bakmak ve yönü yeniden ayarlamaktır. Çünkü en büyük kayıp, çalışmamak değil; yanlış yöne doğru çok çalışmaktır.