Bireylere fayda sağlayamak adına gerçekleştirilenmal ve hizmet üretimi sistematiğinde kullanılan kaynaklardan bir diğeri sermaye faktörüdür. Emek faktörü bizzat insan sosyolojisi üzerinden temsil edilen bir kaynak olurken, sermaye faktörü ise insanlar tarafından üretilmiş olan üretim mallarını tarif eder. Ancak bu tanımlamadan anlayacağınız üzere günlük konuşma dilinde kullandığımız sermaye, bir üretim faktörü olarak çok farklı bir role bürünmektedir. Bu yüzden günlük konuşma dilinde reel bir gerçekleşmeyi izah edebilmek adına kullanılan sermayeyi finansal sermaye olarak adlandırıyoruz. Sermaye mallarından bazıları üretim sürecinde uzun ömürlü kullanılmak adına üretilmiştir.

Bu şekildeki sermaye mallarını sabit sermaye olarak isimlendiriyoruz. Diğer taraftan bazı sermaye mallarının ara malı özelliği göstermesi yani bir başka sermaye malının üretiminde görev alması söz konusudur. Böylece üretimde bir kere kullanılmaları sonucunda görevlerini tamamlarlar. Bu şekildeki sermaye mallarını ise değişken sermaye olarak adlandırıyoruz.

Üretim sistematiğinde sermayenin emekten bağımsız bir kaynak olarak değerlendirilmesi söz konusu olamaz. Yani sermaye faktörünün muhakkak emeğe refakat etmesi gerekir. Aksi takdirde sermayenin üretim sürecine emekle birlikte katılımı ve zarar riskine haiz olması söz konusu değil ise bir üretim faktörü olarak değerlendirilmesi mümkün olmaz.

Benimsenen bu yaklaşım hem sermayenin emek üzerinde bir baskıya mahal vermesinin önüne geçer hem de iki kaynağın kendi aralarında işbirliğinin yaygınlaşmasına zemin hazırlar. Nihayetinde konuya bu açıdan yakaştığımız zaman alternatif bir tanımlama yaparak sermaye faktörünü, iktisadi değer olarak birikmiş somut emek olarak izah edebilmemiz de mümkün hale gelir. Bireylere fayda sağlayamak adına gerçekleştirilenmal ve hizmet üretimi sistematiğinde kullanılan kaynaklardan bir diğeri toprak faktörüdür.

Doğal kaynaklar toprağın kendisini kapsamı altına aldığı gibi aynı zamanda toprağın altı-üzerinde yer alan varlıkları da kapsamı altına alır. Misâl olarak madenler, tarıma elverişli araziler, petrol – doğal gaz – su rezervleri, denizler, nehirler, göller ve ormanlar doğal kaynaklar içerisinde yer almaktadırlar. Ancak tabiatta var olan bir unsurun kaynak olarak değerlendirilmesi için işlenmesi gereklidir.

Bu da ancak bilgi ve sorumluluk sahibi olmak kaydıyla gerçekleşebilir. Yani doğadaki herhangi bir varlığın nasıl ve nerede kullanılacağının bilinmesi ile Müslüman’ın bu bağlamda taşıdığı sorumluluğun farkında olması durumunda tabiattaki unsurlar kaynak olarak işlev görecektir. Bireye bu noktada Peygamber Efendimiz’in (sas.) aşağıdaki Hadis-i Şerif’i yol göstericidir.

“Hiç bir Müslüman yoktur ki, o, ağaç diksin yahut ekin eksin ve mahsûlünden insan, kuş, kurt yesin de kendisi bundan istifade etmiş olmasın. Elbette o Müslüman da diktiğiyle, ektiğiyle sevap alır.”

İnsanların, yaşamlarını sürdürebilmek adına emrine verilen tabiî kaynaklardan faydalanması elzemdir. Zira kainatın derinlikleri ve gökyüzünün sonsuzlukları insan için her bakımdan imkânlar ve sırlar gizlemektedir. Ancak iktisadi amaçlar doğrultusunda başkalarının topraklarına göz dikmek yani sömürgecilik faaliyetlerinin süregelmesi hiçbir zaman söz konusu olamaz.