Ramazan ayı yaklaşıyor…

Bu Ramazan ayı boyunca yine televizyonlarda din adına kesilen ahkâmların haddi hesabı olmayacak.

Geçen Ramazan ayında dini programları adeta tek veyahut çok kişilik gösteri alanları haline getirilmişti.

Bazı şaklabanlar hızlarını alamayarak şovlarını deve sidiğiyle desteklemek saçmalığına bile tevessül etmişlerdi.

Maksatları, deve sidiğinden bahseden hadisin yalan–mevzu hadis olduğunu ispatlayabilmekti.

İspatlayabildiler mi, hayır.

Ama şunu başardılar;

Müslümanlarda dine, din adamlarına güven bırakmadılar.

Bin küsur yıllık hadis, tefsir, fıkıh, tasavvuf geleneğini çatlattılar.

Herkes her şeyden şüphe eder, dini bir tartışmanın ilk cümlesi “kime güveneceğiz?” sorusuyla başlar hale geldi.

Kelimelerin içi boşaltıldı.

Kavramlar kadim birikimlerini, ilk el manalarını karşılayamayacak kadar zayıflatıldı.

Moğollar’ın kütüphaneleri talan etmelerine benzer insiyakla Hadislere, Ehl-i Sünnet geleneğine, Tasavvufi hayat tarzına saldırarak yerle yeksan ettiler.

Ve bunu, inanın bana Kur’an’dan kendi çıkardıkları yorumlara dayanarak yaptılar. Adına da Kur’an’daki İslam deyiverdiler.

Kur’an-ı Kerim’i kupkuru akılcılık çölünde manalandırarak; geleneğe bağlı bütün dinî usûl ve esasları yıktılar.

Bir hadis ve fıkıh metodolojisi böylece itibarsız hale getirilmeye çalışıldı.

Bin yıllık birikimi, heva ve heveslerinin peşi sıra harcamaktan imtina etmeyen bu şaklabanlar yüzünden hoş geldi deizm!

Murat Bardakçı’nın bu mesele üzerine yazdıkları bu sebeple çok önemlidir.

Çünkü biz ne kadar yazarsak yazalım durduğumuz yer ve mevziimizden dolayı kıymetiharbiyesi olmayabilir ama onun yazdıkları beklenmedik bir çıkış ve pekâlâ ani atılmış bir yumruk etkisi yapabilir.

Ramazan ayında baş gösterecek malum tehlikeye karşı, başta Diyanet İşleri Başkanlığı ve RTÜK’e uyarı mahiyetinde Bardakçı’nın şu gayet mühim tespit ve teşhislerinin bulunduğu yazısını dikkatlerine sunmak istiyorum:

“Sayıları az da olsa bazı gençlerin meselenin gündemde olmadığı günlerde deizme sapmalarının iki ana sebebi vardır: TV ekranlarında ahkâm kesen, akıllarına gelen her şeyi pervasızca söyleyen ve yeni bir din uydurur gibi konuşan ilâhiyatçılar ile aile kurumundaki, daha doğrusu geleneklerdeki bozulma…

Adamları Allah’ın her günü ekrana çıkartır ve ‘Hadis yoktur, sünnet yoktur, âyetlerin gerçek mânâsını zaten şimdiye kadar kimseler anlamadı, dinin doğrusunu gelin benden öğrenin’ demelerine izin verip de Türkiye’nin kimliğinin temellerinden olan ehl-i sünnet gelenekleri ile oynamalarına ve diğer an’aneleri sarsmalarına izin verirseniz, olacak olan budur; tereddüde düşenler kendilerine yeni bir yol ararlar!

Bu saçmalığa aile kurumunda değişiklikler, meselâ dinin okulda değil ailede ve bilhassa anneanne yahut babaanne gibi büyükler tarafından öğretilmesi âdetinin zayıflaması ve ‘lâiklik’ kavramının alkol satışının serbest olmasına yahut türban meselesine indirgenmesi gibi zaaflar da ilâve edilince boşlukta kalan bazı gençlerin başka inanç yollarına sapmaları kaçınılmaz olur.”