İnsan gerçekten bir muamma, çözmek mümkün değil. İnsan hakkında bildiklerimiz okyanusta damla misali küçük miktarda. Her kişi kendine özgü binlerce özellik taşıyan mucizeler barındırıyor. Tarih boyunca insan denen meçhulü çözmek için kafa patlatılıyor. Onun yaratılışını farklı hikâyelere bağlayan onlarca teori var.

İnsanın insanla ve yaratıcısıyla ilişkisini düzenlemek ve bilinmezlere küçük kapılar açmak için peygamberler, kitaplar gönderilmiş. Durması, düşünmesi idrak etmesi tavsiye edilmiş ama yine de büyük çoğunluk hüsranı tercih ediyor. Düşünmek, iyi ve güzel işler yapmak zor geliyor koca nefsimize. Gaflet uykusundan uyanmak istemiyoruz. Çabuk unutuyor, kolay vazgeçiyoruz. 

Kısacık ömrümüzde büyük emeller peşinde koşuyor, hayal kırıklıkları yaşıyoruz. Cürmümüz kadar yer yakacakken dünyayı ateşe veriyoruz. İyi ve güzel seslere kulaklarımızı tıkıyor, başkalarının atıyla menzile varmaya çalışıyoruz. El atına binip, tez yolda inince hayal kırıklığı yaşıyoruz. Mevla’nın bize bahşettiği nimetleri yerli yerinde kullanmadan emaneti teslim ediyoruz.

İşte koca dünyanın emanetçisi garip insanın gel-git hikâyesi bu. Tahterevallinin iki ucunda oturan çocuklar gibi bir aşağı bir yukarı sallanıp duruyoruz. “Haydi, çocuklar oyun bitti” denince daha yeni gelmiştik diyerek itiraz ediyoruz. Göz açıp kapayıncaya kadar kaldığımız şu yalan dünyadan bir türlü gitmek işimize gelmez.

İnsanı sıkıntıya sokan nefsin 2 şubesine dikkat çekmek istiyorum. Bunlardan birincisi, kazanma hırsı; ikincisi ise makam, mevki sahibi olma hırsı. Bunların getireceği felaketin tedavisi çok zordur. Mal, mülk, insanın tabiatında vardır ancak bunu hırs ve tamah haline getirmek, tedavisi çok zor olan bir hastalıktır. Dünyayı felakete sürükleyen bu iki hastalıktır. Dengeli ve yerinde kullanıldıkları takdirde ikisi de gereklidir ve hayatın olmazsa olmazlarındadır.

Zengin olmak kötü bir şey değildir. Hep biriktirip, elini sımsıkı tutup paylaşmamak kazanılanın bereketini azaltacaktır.  Hem çok kazanıp, çok vermesini bilen hem kendisiyle barışık hem de çevresiyle uyum içinde yaşar. Verirken sadece bir nokta olan iyilik genişleyerek deryalara dönüşür. İyilikler dalga dalga yayılır, yeryüzünü adeta cennete çevirir. Zengin ile yoksul aynı bedene ve aynı ihtiyaçlara sahiptir. Yiyeceğiniz üç lokma, sonunda giyeceğiniz nasip olursa iki metre bezdir.  Ne kadar çok malınız olursa o kadar çok mutlu olursunuz, diye bir algımız var. İhtiyacınızı karşılayacak kadar olsun fazlasını verin sonra verdiklerinizde iyilik ve huzur olarak size dönecektir.

Makam mevki işi de hayatın olmazsa olmazlarındandır. Ancak mal sahiplerindeki gibi mülk sahipleri de dengeli ve adaletli olmalıdır.  İktidar hırsı da insanı felakete sürükler. Bu hırs mal sahibininkine de benzemez. Bunun zararı yedi düvele dokunur. İktidar sahipleri, yeryüzünü barış adası yapabilecekleri gibi cehenneme de çevirebilirler. İyi ve adaletli yöneticiler sayesinde refah ve huzurlu dönemler olduğu gibi hırs ve ihtiraslar nedeniyle sıkıntılı dönemler de çok yaşanmıştır. Tarih bu iki örnekle doludur.

Dengeli, kararında, ihtiyaç kadar; adaletli ve merhametli dönemler dileğiyle…