Kültür ve sanat, bir toplumu millet yapan unsurların başında gelir. Kültür, belirli bir zaman diliminde üretilmiş ve toplum tarafından benimsenmiş maddi, manevi değerlerdir. Kültür denince ilk akla gelen tarihtir. Kültürel değerler tarih yurdunda mayalanır, günümüzde hasat edilir. Milleti iyi günde kötü günde bir araya getiren değerlerdir. Değerlerinden uzaklaşmış ya da başkalarının değerlerini benimsemiş toplumların akıbetinden ise şüphe edilir. Çünkü kültürel değerler ve sanat, milletlere göre farklılık arz eder.

Kültürel değerler toplumun bütününü kuşattığı gibi fertler üzerinde tarz, eda, üslup olarak varlığını gösterir. Türklerin misafirperver, İngilizlerin soğuk olarak değerlendirilmesi kültürel kimliğin bir yansımasıdır. Yeryüzünde dinleri, dilleri, ırkları farklı milletlerin olması büyük bir lütuftur. Bu unsurlarla bir arada yaşama başarısı gösterilirse huzur ve barış içende refah sağlanır. Bu değerler bir üstünlük ve baskı unsuru hâline gelirse zulme sebep olur. Maalesef tarih boyunca olduğu gibi bugün de insanlığın en büyük sorunu, kendi değerlerini yüceltip ötekilerini aşağılayan ırkçılıktır.

Nasıl ırkçılık büyük bir sıkıntı ise kültürel değerlere saldırarak vandallık yapmak da bir çeşit ırkçılıktır. Ülkemizde ise kültür-sanat adına örgütlenmiş yapıların bir kısmı âdeta başka dünyaların borazanlığını yaparak toplumun değerlerine saldırmayı meslek edinmişlerdir. Borazanlığını yaptıkları merkezlerden nemalananlar olduğu gibi birçoğu gönüllü köleliği tercih etmektedir. Saldırılar için kılıf hazırdır; “barış, özgürlük” sözleri altında baskıcı zihniyetlerini saklamak isterler. Aslında insanlık bu tecrübeyi yaşadı. Sovyetlerde, Çin’de insanların nasıl baskı ve zulme uğradıklarını gördü. Özgürlük naraları atan Lenin’in, Stalin’in, Mao’nun sanatı maşa yaparak milyonları katlettiklerini biliyoruz.  Hitler kültür ve sanatı aracı kılıp faşizmi Almanlara dayattı. Bu sakat zihniyetli insanların açtığı savaşlar sonucunda 50 milyon insan öldü.

Türkiye de sanatta birtakım çevrelerin tasallutu altındadır. İnsanlığın hayran kalacağı sanatı üretmek yerine ideolojik hezeyanlar içinde bocalayan sanatçı kılıklı adamlar, toplumun değerlerine saldırmayı marifet sandılar hep. Sanatçı olmak yerine belli odakların militanı olmayı tercih edenlerin ürettikleri şeyler de elbette sanat adına hiçbir şey ifade etmedi. Oysa “gerçek” sanat eserleri ve sanatçılar, toplumu kültürel olarak zenginleştirir, olgunlaştırır.

Kültür ve sanat adamlarının, insanlığın yaşadığı hislere tercüman olmak gibi bir sorumluluğu vardır. Sanatçı toplumla çelişebilir, onun değerleri ile çatışabilir; ancak bunu sanatçı olgunluğunda yapmalıdır. Hakaret etmek ve aşağılamak, kültür ve sanatın ruhunda yoktur. Bir kültür adamı, sanat adamı, sanatından daha çok sloganvari hâl ve tavırlarıyla gündeme geliyorsa demek ki amacı sanat yapmak değildir.

Türkiye, sıkıntılı, önemli süreçlerden geçiyor.  Bir tarafta deprem acıları diğer tarafta seçim atmosferi, havanın ısınmasına sebep oluyor. Böyle bir ortamda kültür ve sanat adamlarına düşen, toplumu sükûnete davet etmenin yanı sıra eserleriyle barış ve kardeşlik ortamına destek olmaktır. Depremler ve seçimler gelir geçer, hayat devam eder. Ancak kültür ve sanat vasıtasıyla açılan yaraların tedavisi daha zor ve uzun solukludur. Sanatçının görevi yaralamak değil merhem olmaktır. Durmadan elini sifonda tutan birisinin yaptığı elbette sanat olmayacaktır.