Antik Yunan’dan modern zamanlara uzanan uzun hikayesinde üniversite, hür düşüncenin sesi olmak gibi bir misyon üstlenmiş; evrensellik iddiasındaki bu müessese, insanlığın ortak iyisini belirginleştirmek gibi ulvi bir mesuliyet yüklenmiştir. Kadimden moderne taşan her yapı, fikir ve teşekkül gibi üniversite de birçok değişim geçirmiştir.
Biz belki de ideal olarak üniversiteden, insanlığın ortak iyisini belirginleştirmesini, kadim zamanlardan günümüze uzanan düşün yolculuklarının zahmet ve rahmetlerini bugüne taşımasını, insanlığın ortak hafızasındaki faydalı bilgileri hatırlatmasını ve teoriden pratiğe geçmeye ihtiyaç duyan bilgileri, yarınları tasarlayacak gençlere ulaştırmasını; geleceği şekillendirecek gençlere, insan, eşya ve dünyaya hakikat penceresinden ve medeniyet perspektifimizle bakmaları hususunda yardımcı olmasını bekleriz.
Tabiatın tabii kurallarını bilen, yaratılmışların tümüne merhametle bakan, yarınların yol haritasını oluştururken pusulasını medeniyet nişanlarımıza göre tanzim eden ve varoluşun hikmetinden şaşmadan yeni ve güzel yollar açma istidadı olan gençler yetiştirmek gibi hedefleri olan üniversitelerin oluşmasını dileriz.
Nitekim,Mescid-i Nebevi’deki ilim halklarında başlayan Ashab-ı Suffe ile şekillenen ve daha sonra büyük devletler bünyesinde müesseseleşen İslam medreselerinden de bunları beklemiş ve Hz. Peygamber’in rehberliğindeki bu derslerin neticesinde bir büyük medeniyet inşaa etmiştik.
Bu girizgahtan sonra üniversitenin, Türkiye’deki rolünün ve tekamülünün serencamını özetlemeden yakın tarihe geleceğim.
Maalesef, son yıllarda üniversitelerimiz büyük bir kuşatma altında. Hem de taşradaki, uzak diyarlardaki üniversitelerimiz değil başkentteki, İstanbul’daki, İzmir’deki üniversitelerimiz kuşatma altında. Şüphesiz, üniversitelerde her zaman karşıt görüşlü öğrenciler, alan hakimiyeti tesis etmek isteyen gruplar bulunmuştur. Benim bahsettiğim şey, bunlarla mukayese edilemeyecek mahiyette bir kuşatma… Kendinden olmayanı konuşturmayan, konuşmasına tahammül edemeyen, dinlemeyen ve dinlemek istemeyen cahil ve militan bir güruh, üniversiteleri tasallutu altına alıyor. Daha çok marjinal sol gruplarla birlikte olan ve terör örgütlerinin içinde bulunan bu gruplar, özgür düşüncenin sesi olması gereken üniversiteleri, “söyletmen vurun” anlayışının hakim olduğu cenk meydanlarına çevirmeye çalışıyor. Göktürk uydusunun gökyüzüne gönderileceği gün üniversiteyi savaş alanına çeviren, konferansa gelen siyasetçi yahut da akademisyeni konuşturmamak için kutsal savaş ilan eden bu gruplar, birbirlerinden hiç farklı değiller.
Nitekim en son, Ege Üniversitesi’nde şehit edilen Fırat Çakıroğlu da aynı güruhun, tahammül edilemez tavırlarının kurbanı olmuştur. Bu hadise başta olmak üzere geçmişe dönük olarak yaşanan tüm olaylar; üniversiteleri tek tipleştirmeye çalışan ve kendilerinden başka kimseye yaşam hakkı tanımayan bu güruhu sürekli hatırlamamıza ve benzeri olayların yaşanmaması için önlemler almamıza vesile olmalı…
Bu haliyle üniversiteler, hem terör örgütlerinin yuvası haline geliyor hem de kendinden olmayanı konuşturmamak gibi bir yönelimin zaferini ilan tarz-ı siyasetin hakim olduğu köhne yapılara dönüşüyor. Bu da geçmişte olduğu gibi toplumsal hareketleri tahrik etmede üniversiteyi birinci sıraya yükseltiyor.
Üniversitelerdeki bu yapıların dikkatlice incelenmesi, huzurun tesis edilmesi için gereken önlemlerin alınması, sürekli kritik eşikler aşmaya çalışan Türkiye’nin selamet limanına salimen çıkabilmesi için elzemdir.
Bu vesileyle, Fırat Çakıroğlu’nu bir kez daha rahmetle anıyor, kederli ailesine ve sevenlerine de başsağlığı diliyorum. Mekanı cennet olsun.