Bilgisayarın başında oturmuşum ve düşünüyorum, yazmaya nasıl başlayayım ve neyi yazayım. Aslında benim için zor bir yazı olacak. Haftada düzenli olmasa da bana gazetede ayrılan köşede Balkanlar ağırlıklı bir şeyler karalamaya çalışıyordum. Benim yazılarımın düzensiz olmasının en önemli nedeni, gazetenin Yazı İşleri’nde bilfiil çalışmamdan kaynaklanıyordu. Çünkü gazetenin Dış Haberleri’ni ve hiçbir gazetede olmayan Turan Yıldızı, Şimali Kafkas Muhabiri ve Balkan Ekspresi’ni hazırlıyordum. Diriliş Postası’nın kuruluş sürecinde yer almam tamamen tevafuk oldu. 3.5 yıl kadrosuz yani sigortasız, yaklaşık 15 yıl ise kadrolu çalıştığım AA’da son 5 yılım Balkanlar bölgesinde geçti. AA’yı dünyaya açan, çok dilli yayıncılığı başlatan ve döneminde AA’yı dünyada saygın bir kurum haline getiren Sayın Kemal Öztürk’ün kurumun başında olduğu dönemde ben de Saraybosna merkezli oluşturulan bölge ofisinin başındaydım. Boşnakça-Hırvatça ve Sırpça (BHS) Servisi ile Arnavutça Yayını, Genel Müdürlüğü’müzün ve çalışma arkadaşlarımın destekleriyle kurduk. Kısa sürede Balkanlar’ın en etkili bir ajansı haline geldik. Ancak daha sonra kendi iradem dışında gelen bir teklife, büyüklerimize saygımız gereği “hayır” diyemedik ve geçen yıl Saraybosna Büyükelçiliği’ne Basın Müşaviri olmam için süreç başlatıldı. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimi ve ardından yeni hükümet kurulunca benim ‘”Basın Müşavirliği” kadük kaldı. Derken bu yılın Ocak ayında AA’nın yönetiminde olan değişikliğin ardından, yeni yönetimin takdiriyle iş akdimiz feshedildi. Ancak kendi adıma hep demek ki ‘’hayırlısı böyleymiş’’ dedik ve çok sevdiğimiz Saraybosna’ya veda ettik.

Saraybosna’daki görevim gereği, kıymetli eşim Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki öğretmenlik görevinden istifa etmiş ve evimizde kendi çocuklarımıza daha faydalı olmayı tercih etmişti. Ben o sırada Bosna Hersek’in ve bölgenin haberleriyle uğraştığım için evin bütün işleri eşimin üzerine kalmıştı. Hatta kendisinin affına sığınarak sizinle bir anısını da paylaşmak istiyorum. Bosna Hersek’e ilk geldiğimiz 2010 yılında eşim özel Boşnakça ders almaya başladı ve alışveriş yapacak kadar Boşnakça öğrenmişti. Bu nedenle ilk aylarda kasaba gidiyor ve Boşnakça konuşmaya başlıyor. Eşim kasapta çalışan genç bayana “Molimte jedno kilo meso?” (Lütfen bir kilo et verir misin?) Kasaptaki genç kız: “Naravno moze” (tabiî ki, elbette) ve ekliyor Koji meso? (Et nasıl olsun, koyun, sığır). Hanımın kasapta alışveriş yapacağı Boşnakça ancak buraya kadar. Ve bir süre sessizlik…Kasaptaki genç kız başlıyor garip ses çıkarmaya: “mee” ili (veya) möö”. Hanım, malum sığırın olduğunu belirten sesi çıkartıyor. Ve bir kasap macerası burada sona eriyor…Bosna’daki ilk yıllarımızda buna benzer çok sayıda maceramız bulunuyor… Ama bunlar bizi yıldırmadı. İkimiz de azmettik, Boşnakça’yı öğrenmeye çalıştık. Çok sayıda Boşnak aile dostumuz oldu. Ve çok güzel anılar biriktirdik. Boşnakları ve Bosna’yı gerçekten ailece çok sevdik. Boşnaklar Saraybosna için hep şunu der: “İma duşa” (Ruhu olan şehir). Kesinlikle Saraybosna’nın ruhu var. Ve o ruhu olan şehir kendisini sevenleri çok seviyor. O nedenle Türkiye’de birçok insan Saraybosna’yı seviyor. Çünkü o şehrin bir ruhu var. O ruh aslında insanları büyülüyor ve kendisini sevdiriyor. İşte biz de kısa sürede çok sevdiğimiz ve adeta aşık olduğumuz şehre veda etmiştik. Hatta ilkokul 1’e henüz başlamış ve sınıfında Boşnak olmayan tek kişi olan benim büyük kızım Aybüke’nin de ilginç bir vedası oluyor arkadaşlarına. Büyük kızım arkadaşlarıyla vedalaşırken onların üzüntülerini görünce, “üzülmeyin önümüzdeki yıl biz döneceğiz ve yine aynı sınıfta birlikte olacağız” diyor. Bunu bana kızım Saraybosna’dan döndüğümüzde anlatmıştı. Ve ben de acı bir tebessümle “inşaallah, neden olmasın” diyerek kızımı teselli etmeye çalışmıştım.

Ve 2015’in ocak ayıydı…Kıştı ve hava çok soğuktu biz Saraybosna’ya veda ederken. Vedamız ise tıpkı havanın soğukluğuyla eşti. Ancak çocuklarımıza bir şey hissettirmemeye çalışıyor, metanetimizi koruyorduk. İnancımız gereği, “lütfun da hoş, kahrın da” diyerek kaderimize teslim oluyor ve artık önümüze bakmaya çalışıyorduk. Tam biz havaalanındayken çok değerli ablam, İHH Ankara İletişim Koordinatörü Mukadder hanım beni aradı ve öğretmenlik için açıktan atamalar için müracaatın bugün son günü olduğunu ve hemen internetten eşimin başvuru yapmasını söyledi. Biz de uçağı beklediğimiz sırada hemen laptopu açıp internete bağlandık ve kucağımızdaki çocuklarımızla öğretmenlik başvurusunu elektronik ortamda son dakikada yetiştirdik. Eşimin tayin yeri Alanya’nın Payallar kasabasına ilköğretim matematik öğretmeni olarak gerçekleşti. Çocukları alıp Payallar’a gidip ev tuttuğumuz sırada, benim durumdan haberdar olan Hakan Albayrak ağabeyim, aradı ve gazetede hemen gelip işe başlamamı söyledi. Ben de çok sevdiğim vefa insanı ve modern çağın “hem dervişi” “hem savaşçısı” Hakan ağabeyimin teklifini hemen kabul ettim. Ve gazeteye gittim. Gazete henüz kuruluş aşamasındaydı, hazırlıklar yapılıyordu. Bu sırada öğrencilik yıllarımın geçtiği İstanbul’da ev tuttum ve yeniden yaşamaya başladım. Zordu elbette, çocuklardan ayrı kalmak, aile düzeninin bozulması ve sessizliğine, dinginliğine alıştığım Saraybosna’nın ardından İstanbul… Ancak gazete heyecan verici ve çok keyifliydi. O nedenle o zorlukları düşünmeye bile vaktim kalmıyordu. Hele bir de Hakan Albayrak’la çalışmak bambaşka bir keyif ve heyecanlıydı. Gazeteye başladığımın ikinci günü ilk fırsatta öğrencilik yıllarımda hep bunaldığım sırada sığındığım, huzur bulduğum Fatih Camii’ne gittim. Akşam namazını cemaatle kıldıktan sonra İstanbul’un ve Bosna’nın Fatih’i Sultan 2. Mehmed Han’ın türbesini ziyaret edip dua ettim. Bu sırada Fatih’in tenha sokaklarında sessiz bir şekilde yürürken o soğuk havada parkta derme çatma barakada yaşam mücadelesi veren Suriyeli kardeşlerimi gördüm. Bu manzara beni kendime getirdi. “Şükredilecek halimize üzülmenin ne anlamı var? Ya bunlar gibi olsaydık?” dedim ve daha bir heyecanla gazeteme sahip çıktım.

28 Şubatta gazetemiz yayına başladığı zaman, benim herhangi bir dahlim ve talebim olmadan bir anda gazetenin künyesinde kendimi Yazı İşleri Müdürü olarak gördüm. Çünkü Hakan ağabeyim öyle takdir buyurmuş…

Hakan ağabeyimle bu sürece kadar birlikte çalışmanın bahtiyarlığını yaşadım. Hakan Albayrak ağabeyimin genel yayın yönetmenliğinde 28 Şubatta yayına başlayan bu gazetenin başarısı bence samimiyetten kaynaklanıyor. Çünkü başta Hakan Albayrak olmak üzere, gazetenin patronundan, çalışanlarına, genel müdüründen, yayın koordinatörüne, Erem Şentürk ağabeyimizden H. Yahya Şekerci kardeşimize, reklam sorumlumuz Ferit ağabeyimizden, musahhihimiz Hakkı ağabeyimize, çay işlerine bakan Yüksel ablamızdan, ziyaret için saatlerce gazetenin yerini arayan okurlarımıza kadar…bu gazetenin tek farikası samimiyet..Bu samimi ruh sayesinde gazetemiz bugünlere geldi ve yarınları da çok güzel olacak evelallah.

Bu gazetenin kuruluşundan bugüne kadar künyede ismim Yazı İşleri Müdürü olarak geçti. Ve bunun gururunu hiçbir zaman unutmayacağım. Ancak Türkiye’nin Saraybosna Büyükelçiliği’ne Basın Müşaviri olarak atanmam için Nisan ayında başlayan süreç geçen hafta tamamlandı. Bu nedenle buradaki görevimi bırakmak zorunda kalıyorum. Ama kalbim ve ruhum hep Diriliş Postası ile ve onun samimi ekibiyle ve okurlarıyla birlikte olacak. Rabbim Diriliş Postası’nı, çalışanlarını ve okurlarını muvaffak kılsın. Hakkınızı helal edin.